Laiklik, demokrasinin olmazsa olmazıdır.

Ve de laiklik, demokrasinin önkoşullarından biridir.

Evet, biridir ama laiklik Türkiye’de dini aşağılama, reddetme olarak algılanmaktadır.

Eğer daha açık konuşmak gerekirse:

Bugün tam 98 yıldır laik kesim muhafazakâr kesimi, muhafazakâr kesim laik kesimi dinlememiştir.

Ve de 98 yıldır laik kesim muhafazakâr kesime şeriatçı olarak, muhafazakâr kesim laik kesime din düşmanı olarak bakmıştır.

Bu bakış ve de bu anlayış bugüne kadar sorgulanmamış ve laiklik, Türkiye siyasetini belirleyen bir gerilim hattı olmuştur.

* * *

Laikleşme sürecine baktığımızda:

Her ne kadar laiklik ilkesi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na 1937'de girmiş olsa da bu sürecin bir öncesi de vardır.

İlk kez Osmanlı Devleti‘nde modernleşme sürecinin bir şartı olarak ortaya çıkan laiklik, Cumhuriyetle birlikte yapılmak istenen reformlarda, temel referans olarak alınmıştır.

Tanzimat dönemi (1839-1876) ile başlayan hızlı laikleşme süreci, meşrutiyet dönemlerinde daha da hız kazanmıştır.

Ve Cumhuriyet döneminde, 1922‘de Hilafetin saltanattan ayrılmasıyla başlayan laiklik süreci, 3 Mart 1924‘te Hilafetin kaldırılmasıyla geri dönüşü olmayan bir durum kazanmıştır.

1928'de ise 1924 Anayasası'nın 2’nci maddesindeki “Devletin dini İslam'dır” ibaresi çıkarılmış ve bu köklü girişimler, 1937‘de lâikliğin anayasaya girmesiyle sonlanmıştır.

Elbette laiklik, Batı ülkelerinde demokrasinin işleyişini düzenleyen bir “ilke” iken, bizde Osmanlı Uygarlığından Batı Uygarlığına geçişi ve bu sürecin korunmasını garanti altına alan bir “ilke” işlevi görmüştü.

* * *

Ama itiraz sesleri de yükselmeye başlamıştı.

Çünkü İslam Dini, Osmanlı döneminde özellikle Anadolu’nun siyasal çimentosu olarak görülürken; Cumhuriyet döneminde, Türkiye toplumunun siyasal çimentosu olmaktan çıkarılıp yerine “Türk” kimliği konulmuştu.

İşte bu dönüşümle başlayan laikleşme sürecine, muhafazakâr kesimden itirazlar yükselmiştir.

Ayrıca Aralık 1946’da MEB bütçesi tartışılırken CHP milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver “komünizm tehlikesine karşı manevi direnci sağlamak” üzere okullara din eğitiminin konulmasını istemişti.

Ama bu istek o günden itibaren, “komünizm tehlikesi” gibi bir gerekçenin gölgesinde de laiklik karşıtlığını besler olmuştur.

* * *

Peki, yılların sorunu olan laiklik tartışması, neden tekrar daha da canlı olarak piyasaya sürülür oldu?

Zaten Laiklik ilkesi, hem devletin kurucu kadroları tarafından modernleşme sürecinin itici bir gücü olarak kullanılmış hem de Batılılaşma projesine karşı çıkan güçlerin, rejime muhalefet etmek için sarıldıkları bir direnme gerekçesi işlevini görmüştü.

Ayrıca 25.04.2016 günü Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın, anayasa tartışmaları sürerken “Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır” demesi...

Ve bu sözün ardından laiklik tartışmaları canlandırılıp Türk siyasetinin kadim gerilim hatlarından biri haline getirilmesi...

Ve de bugünlerde:

2021-2022 Adli Yıl’ın açılışının, Cumhuriyet tarihinde ilk kez Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın okuduğu dua ile açılması…

Gazeteci-yazar ve AKP’nin Tokat eski Milletvekili Resul Tosun’un 12 Eylül 2021 günlü yazısında, “Laiklik anayasadan çıkarılabilir” demesi…

2023 seçimlerine doğru laiklik üzerinden bir kutuplaşmanın tohumlarını atar olmuştur.

* * *

Oysaki Cumhurbaşkanı Erdoğan;

Başbakanlık döneminde 2011’in Eylül ayında, Kahire’yi ziyarete giderken Mısır televizyonuna verdiği röportajda, Mısır’ın yeni anayasası sorusu üzerine:

“Ben, Mısır’a ‘laik bir anayasa’ tavsiye ediyorum. Türkiye’de anayasa, laikliği devletin her dine eşit mesafede olması olarak tanımlar. Laiklikten korkmayın. Laiklik kesinlikle dinsizlik değildir” demişti.

Ve devam ederek “Ben Recep Tayyip Erdoğan olarak Müslüman’ım, ama laik değilim. Fakat laik bir ülkenin başbakanıyım. Laik rejimde, insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır. Umuyorum ki bu açıklamamdan sonra Mısır halkının laikliğe bakışı değişecektir” demişti.

* * *

İşte şimdi bir kez daha sormak gerekti:

Neden, bugün laiklik tartışması yeniden gündeme sunulmakta?

Ve neden, laiklik ekseninde yeni bir kutuplaşmanın tohumları atılmakta?

2023 seçimlerine doğru böyle bir kutuplaşmanın bu ülkede açacağı tahribat, bu ülkeye vereceği zarar neden hesap edilemez olmakta?

Ve de neden, demokrasinin olmazsa olmazı olan laiklik, siyasi bir rant olarak kullanılmakta? Evet, neden?