Çorum Belediyesi’nin katkılarıyla düzenlenen ve Devlet Tiyatro Salonu’nda büyük bir katılımla yapılan “Bir Soykırımın Adı: 1894 Büyük Çerkes Sürgünü” konferansında Kafkasya tarihine değinilerek yaşananlar “Soykırım mı?” yoksa “Sürgün mü?” soruları yanıt buldu. 
Prof. Dr. Cahit Aslan konferansında çok dilli özelliğine rağmen, ortak tarihsel, sosyal, kültürel ve jeopolitik menfaat birliğinin yol açtığı bir üst kimliği taşıyan Çerkeslerin Kuzey Kafkasya’nın kadim halkları olduğunu kaydetti.
Rusların emperyalist yayılmacı politikasının Kafkasya’ya dayanması yüzünden Çerkeslerin, uzunca yıllar Rus Çarlığına karşı özgürlük mücadelesi verdiği dile getiren Prof. Dr. Aslan, “Bu mücadele sürecinde Ruslar, Çerkeslere çok kötü davranmış ve Kafkasya’da etnik temizliğe varan savaş metotları uygulamışlardır. Sonuç olarak, Çerkeslerin 21 Mayıs 1864’te özgürlük savaşlarını kaybetmişler ve nüfuslarının önemli bir kısmı jenosit kurbanı olmuştur. Geri kalan nüfus ise Kafkasya dışına, özellikler Osmanlı topraklarına sürülmüşlerdir” dedi.

70D90F17 4F84 4Fc9 B2A4 B07E73695389
Sözlerini tarihin derinliklerine işaret ederek devam eden Prof. Dr. Cahit Aslan sözlerine şöyle devam etti; “Tarihin derinliklerine işaret ederek 300 yılı bulan soykırımın 1864 soykırım ve sürgünüyle anılamayacağını milyonlarla ifade edilmesi gereken halklarının yaşadığı bu sürgüne, dünyanın en büyük ulusal trajedilerinden biri olarak, soykırım denilebilir. Tarihi açıdan bölgenin demografik yapısı, Adıge (Şapsığ, Abzekh, Hatukhay, Beleney, Kabardeyvs.)-Abhaz-Ubıh, çeçen-İnguş grupları ve Dağıstan bölgesinde yaşayan (Andi, Avar, Lak, Lezgi vb. kabileler) tarihi otokton halklar ile bölgeye sonradan gelip yerleşen halklar olan Turani kökenli Karaçaylar, Balkarlar, Nogaylar, Kumuklar ile İndo-germen kökenli bir halk olan Osetlerden oluşturmakta idi.
Rusların nihai hedefi olan Karadeniz limanlarını ele geçirmek, böylece sıcak denizlere inip, Hindistan'a yönelik uzun vadeli planlarını gerçekleştirmek için Kafkasya'yı kontrol altına alması gerekiyordu. Ruslar amaçlarına ulaşmak için çoğunluk ve siyasal açıdan Müslümanların egemenliği yerine Hıristiyanların nüfus çoğunluğu ve Rusların siyasal üstünlüğü sağlanmalı idi. Stratejik olarak Müslümanların sürülmesi ve Hıristiyan halkların yani Slavların yerleştirilmesi gerekiyordu. Bunun için uzun sürecek bir hazırlık savaşı yaptılar.  Bu savaşların başlangıç tarihi işte bu Astrahan'ın işgal edildiği 1556 yılına rastlar. Artık, Rusların önlerinde Kafkasya vardır.
1567’de Çar VI. Ivan, Kaberdey topraklarına saldırmasıyla tarihe Kafkas-Rus savaşları olarak geçecek olan savaşların da ilk aşamasına girilmiş oldu.  Bu saldırı sürecinde Kabardey prensi Temiroka'nın kızı Maria'nın, Çar Ivan ile evlenmesiyle bir süre barış sağlandı. Fakat 1587'de, Çarın ölümüyle savaşlar yeniden başladı. 1604-1605 yıllarında Rusya, Dağıstan'a saldırdı; fakat, Çeçen ve Dağıstanlıların ortak savunmaları ve karşı saldırılarıyla ağır yenilgiye uğrayarak geri çekildiler. Bir süre lojistik hazırlık yaptıktan sonra, 1711'de Ruslar yeniden Dağıstan'a saldırmaya başladı. Karadan ve gemilerle Hazar denizinden yaptıkları seferler sonucunda Derbendi işgal ettiler ve 1735'e kadar Dağıstan'da kalmayı başarabildiler.

70D90F17 4F84 4Fc9 B2A4 B07E73695389
Aynı yıllarda Osmanlı Devleti ve Rusya, Balkanlarda da sürekli savaşıyordu. 1739'da imzalanan Belgrat anlaşmasına rağmen Ruslar, Kuzey Kafkasya içlerine girmeye ve girdikleri yerlere Kazak ve Rus köylülerini yerleştirmeye başladılar. Hazırlık savaşları olarak adlandırılabilecek olan bu savaşlar, 1762 yılına kadar tam 206 yıl sürmüştür. Bu savaşların bu kadar uzun sürmesinin bir nedeni; Kırım Hanlığının Çerkez toprakları ile Ruslar arasında tampon olarak var olmasıydı. Bu tarihten sonra Ruslar istihkâmlarına da başladılar.
 2. SÜRGÜN SAVAŞLARI:
1763 yılından beri Ruslar, bugünkü Mezdok bölgesinde kaleler inşa ettiler. Kabardey Prensleri, 2. Katerina'dan bu uygulamaların durdurulmasını istedilerse de karşılık bulamadı, 1764'e girildiğinde artık geri dönülmez bir sürecin içine girildi. 1557 yılında yapılan dostluk anlaşması askıya alındı ve Kafkas-Rus savaşlarının başlaması için bir neden oluştu. Çarlık hükümeti Kuzey Kafkasyalıları 'Kanuni İktidar'a karşı başkaldıran 'asiler' gibi saymaya başlamıştı. Artık 'Hazırlık Savaşları' tamamlanmış ve gerçek Kafkas-Rus savaşlarının başlaması ve ilerde meydana gelecek olan Kafkas sürgünleri için bütün ortam hazırdı. Bu suretle Kuzey Kafkasya halkları ile Rusya arasında cephe çizgisini oluşturan ünlü "Kafkas Hattı" meydana geldi.
İşte tarihe "Çerkeslerin Soykırımı" olarak geçecek olan 21 Mayıs 1864 yılının başlangıcı da bu tarihle başlar. Çünkü 1773 sonrasında Osmanlı ordularının Rusçuk, Silistre ve Varna zaferlerini elde etmesi üzerine, II. Katerina ordusunu tekrar toparladı. Romanzoff komutasındaki Rus ordusu, Yeni Çeri Ağası Yeğen Mehmet Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunu Kozluca'da mağlup etmiş, fakat savaşı kaybeden Osmanlı, 17 Temmuz 1774'te, Ruslar ise aynı yıl 21 Temmuz'da "Küçük Kaynarca Antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. Ruslara göre "bu anlaşma Kuzey Kafkasya'nın merkezi bölgelerini işgal etmeleri için 'hukuki bir temel' idi. 
1768'den beri çok şiddetli gerçekleşen Ruslar ile Osmanlı'nın, Kırım Hanlığı üzerin-deki nüfuz mücadelesi, Osmanlı'nın aleyhine oldu; bu durum da Rusların Kuzey Kafkasya sınırına kadar gelmelerine yol açtı ve Rus orduları Kuban ve Terek ırmaklarına kadar ilerleyip burada tahkimata başladı. 1787 yılı itibariyle Rus yayılmacılığı kendini göstermiş, Kırım Türkleri yerlerinden edilmeye başlamıştı. Daha sonra diğer Müslüman halklar gibi Çerkesler takip edecekti. İşte Kafkas-Rus Savaşı olarak adlandırılan savaşın gerçek başlangıcı, Rusların Kafkasya'da ilk kalelerini kurdukları ve toprak ele geçirmeye başladıkları, 1700'lerin bu ikinci yarısıyla tarihlenir. 
Bu tarihle beraber Kafkasya'dan sınırlı sayıda göçler de başlamış oldu. Özelikle 1837 yılında 29 kişilik bir Kırımlı Tatar grubunun Kırım'dan Osmanlıya göç et-meye izin alması. göçlerin ilk defa resmi bir nitelik kazanmasına yol açtı. Aynı süre içinde Kafkasya'dan da göçler başlamış ve 1780-1800 döneminde 15 bin, 1828'de de 12 bin civarında Kafkasyalı vatanlarını terk etmişlerdi. Fakat Rusların yayılmacı politikası durmak bilmeyecek ve göç, yerini sürgüne, kısa bir süre sonra da soykırıma bırakacaktı. 
16 Şubat 1801'e gelindiğinde Rusya, Gürcistan'ı ve Abhazya'yı ilhak ettiğini açıkladı. Bu ilhak Abhazlar tarafından şiddetli protesto ve direnişle karşılanıp Abhazya bağımsızlığını çiğnetmezken, Gürcü Krallığı bu ilhakı onayladı. Gürcüler, Rusların kendilerini Osmanlı ile İran'a karşı koruduğunu ileri sürerek, Ruslara teslim olunca. Kuzey Kafkasya'yı güneyden de kuşatma olanağı da doğdu. 1807'de Çerkeslerin 'Yemine vuz” adını verdikleri bir veba salgını Kafkas halklarını oldukça olumsuz etkilemiş ve ordularını zayıflatmıştı. Bunu fırsat bilen Ruslar, Glazenap komutasmda Çerkeslerle büyük savaşlar yaptı. Çerkesler büyük zayiatlar verdiler. Humbaley nehri bir hafta kızıl aktı. 
Bu iki olay arasında Çerkeslerin içine düştüğü durumu anlatmak için bir atasözierinde şöyle anlatırlar;  “Yemınem geylaar humbaleyn yehhıjj” yani “vebadan kurtulanı Xhumbaîey nehri götürür. Hızını alamayan Ruslar, 1810'da Abhazya'yı kendine bağlarken 1821 yılında Aleksey Petroviç Yermolov komutasında büyük bir kuvvetle Kabardey'in mukavemetini kırdılar. Kabardey prens ve soylularının çoğu Rus esaretinde kalmamak için Kubaötesine kaçtılar ve Kuban'a veya Osmanlı İmparatorluğu'na yerleştiler. 1822'de de Kabardey ve Oset topraklarını işgal ettiler ve kuzeyden Daryaî geçidi gibi kilit bir yeri ele geçirdiler.)
Böylece Çeçenistan-Dağıstan ile batıdaki Kafkas topraklarının arasına girerek birlikte hareket etmelerini engellediler. Çerkesler Batı Kafkasya'da ve Dağıstanlılar da Doğu Kafkasya'da birbirlerinden bağımsız hareket etmek zorunda kaldılar. Bu tarihten sonra Rusların Kafkasya'da hâkimiyeti daha    ; da artmaya başladı.
Osmanlı topraklarına yani Trabzon, Ordu, Samsun, Sinop, Kefken, Varna, Burgaz, Köstence, İstanbul ve Ege kıyılarına dökülen insanların büyük bir kısmı hayatını yitirmiştir. Bu zayiat o boyutlara ulaştı ki, örneğin Trabzon'daki Rus Konsolosu, Mayıs 1864'te 30 bin kişi açlık ve hastalıktan kırıldı. Gemilerde hastalık alameti gösteren olursa derhal denize atılırdı. Yine Göç komisyonunun raporuna göre, 1858-1865yıllarında 493.124 insanın gittiği Trabzon'da bir tek adamın 30-50 cariye birden aldığı oluyordu... Öyle ki, hem Kafkasya hem de Osmanlı kıyılarında ölen insanların gömüldüğü çok sayıda toplu mezarın olduğundan  bahsedilmiştir. Örneğin o döneme tanıklık eden ve sürgün kararını yürüten Trabzon'daki Rus Konsolosu General Katraçef'in yetkililerine şu bilgiyi geçti: “Türkiye'ye gitmek üzere Batum 'a 70.000 Çerkeş geldi. Bunlardan vasati olarak günde 7 kişi ölüyor. Trabzon'a çıkarılan 24.700 kişiden şimdiye kadar 19.000 kişi ölmüştür. Şimdi orada bulunan 63.900 kişiden her gün 180-250 kişi ölmektedir. Samsun civarındaki 110.000 kişi arasında her gün vasati 200 kişi can veriyor. Trabzon, Varna ve İstanbul'a götürülen 4650 kişiden günde 40-60 kişinin öldüğünü haber aldım. Yine, C. Havadisin  21 Ra 1276 tarihli sayısındaki haberde '...  Kerç'ten gelmekte olan bir ticaret gemisi Ereğli açıklarında batmış ve gemideki 450 muhacirden 100'ü boğularak ölmüştür' diye yazdı.
Osmanlı Hükümeti, artık bu göç baskısını düzenlemek için bir komisyon  ihtiyacı hissetmeye başladı. Göç ve göçmen işleri 16 Ocak 1860'a kadar  İstanbul Şehremaneti (İstanbul Belediyesi) tarafından yürütülüyordu. Fakat gelen nüfus o kadar fazla idi ki belediye bu işin üstesinden tek başına gelmekte zorlandı. Bunun üzerine 1860'ta 'Muhacirin Komisyonu' kuruldu. Başına da Çerkeş asıllı Trabzon Valisi Hafız Paşa getirildi. Daha sonra  gelişen nüfus hareketlerine bağlı bir biçimde şekil değiştirerek cumhuriyet  devrine kadar geldi.
ÖLÜM-KALIM SAVAŞLARI
1860 Ekim ayında, Vladikavkaz şehrinde toplanan Kafkasya Başkumandanlığı, önerilen bütün barışçıl yöntemleri reddederek Başkumandan Prens A.İ. Baryartinskiy'in önerilerini dikkate aldı ve Kubanötesindeki asi Dağlılara karşı yeni askeri hareket planı hazırladı. Buna göre sayıca ve silahça üstünlüğü kullanarak bütün kuvvetlerle taarruz yapılacak ve Dağlılar dağlardan ova ve düz yerlere sıkıştırılacak, yani topraklarından çekiyle mecbur edilecekti. Onların yerlerine ise Kazak ve Rus nüfus için yerleşim birimleri kurulacaktı. Bu amaç için ilk önce 1860-1861 arası 10.343 Kabardey, Osmanlı topraklarına göçe zorlandı.
Rusların bu tazyiki karşısında 1861 yılında Çerkesya'da mücadele şiddeti arttı. Bu sefer taktik gereği Çerkeslerin inatçı direnişi karşısında fazla kayıp verilmesini önlemek ve 'Çerkeş Sorunu'nu barışçıl yolarla çözmek amacıyla II. Aleksandr, Kafkasya'ya geldi ve Çerkeş temsilcilerle iki görüşme yaptı. Görüşmeler sonucunda Çerkesler sonuna kadar savaşmaya karar verdiler.
Rusya sürgüne tabi tuttuğu Çerkez ulusunun peşini sürgünde de bırakmadı, Kafkasya'ya yakın Osmanlı topraklarına yerleştirilmelerine şiddetle karşı çıktığı gibi, 1864 sürgününde Balkanlara yerleştirilen Çerkezler ikinci bir kez daha Ruslar tarafından sürülmüşlerdir. Bu iş için Ruslar 23 Aralık 1876 İstanbul (Tersane) Konferansında Rumeli'de Çerkezlerin iskân edilmemesi kararını çıkarttılar. Avrupa devletleri de bu isteği desteklediler. 13-17 yıldır Balkanlarda bulunan Kafkasyalıların büyük bir kısmı, neredeyse tamamına yakını 1877'den sonra tekrar Anadolu'ya ve Suriye'ye nakledilmişlerdir. Aydemir'e göre tekrar yerlerinden edilen bu nüfus 300 bini buluyordu. Balkanlarda Çerkezlerin boşalttığı yerlere derhal Hıristiyanlar yerleştirildi. Örneğin, Osmanlı idari kayıtlarına göre, 1879'da Aziziye köyünde Çerkezlerin terk ettikleri yerlere Plevne ve Sofya göçmenleri yerleştirildiler.
İngiliz Raporlarına göre her limanda 200-250-300 kişi her gün ölüyordu.  28 Nisan 1864'te bölgede bulunan Times muhabiri “bu  talihsizlerden 27 bini son derece kötü durumda Trabzon'a geldiler' diye  haber geçti. Yine başka bir haberde 'gemiyle gelen 600 Çerkes'den üç veya dört günlük yolculuktan sonra 370'i karaya ulaşabildi. Fırtınalı havada  Karadeniz'de yolculuğun bütün sıkıntılarına katlanan çocuklu kadınların  en temel ihtiyaç maddeleri bile yoktu; bebeklerini elbiselerinden kopardıkları parçalarla sarıyorlardı. Güverteler ölüler ve can çekişenlerle dolu. İşte Karadeniz sularında şimdi her gün yaşanan manzara bu” diye yazdı.
21 Mayıs 1864 soykırım ve sürgünün sembolik tarihidir. 300 yıl süren bu savaşlarda milyonlarca Çerkes savaşlarda ve hastalık dahil çeşitli sebeplerle ölmüş ve son sürgünde Karadenizde ve karayolu ile gelenlerde 500 bin ve 1 milyon civarında Çerkes çatışma, boğulma, hastalık ve çeşitli sebeplerden öldü. Deniz yolu ile gelen Çerkesler uzun yıllar balık yemediler. Zira atalarının karadenizde balıklara yem olduğunu bildikleri için dedelerini, babalarını yiyen balıklarla beslenmek istemediler” 

Editör: Haber Merkezi