1946’lara kadar olduğu gibi çok dengeli bir dış politikaya ihtiyacı vardır. Yani ne kayıtsız-koşulsuz bir dost, ne de kayıtsız-koşulsuz bir düşman politikası olmayan…

Özellikle çevremizdeki oluşumlar, böyle bir politik duruşu Türkiye siyasetine zorunlu kılmıştır. Rusya-Ukrayna savaşı ise bu zorunluluğu daha da görünür yapmıştır.

Elbette savaşlar savunulacak bir konu değildir. Rusya-Ukrayna savaşı da “şu haklı bu haksız” temelinde savunulacak bir konu değildir.

Ama özellikle bu savaş nedeniyle öne çıkan Amerikan yandaşlığına soyunanlar için…

Yazılı ve görsel medyada bu yandaşlığı, yükseltenler için…

Ve de iç politikaya yönelik olarak siyasi bir getirisi beklentisinde olanlar için…

Genelde bilinen, ama internette de dolaşıma sunulan bir bilgiyi, bugünkü köşe yazımda paylaşmak gerekti.

Ve de Türkiye’de Rusya (o zamanın Sovyetler Birliği) neler yapmış, ABD neler yapmış bir görmek gerekti.

* * *

İşte Rusya’nın (özellikle Sovyetler Birliği döneminde) Türk sanayisine katkısı:

Kayseri Sümerbank Bez Fabrikası (1935)…

Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası (1937)…

Bandırma Sülfürik Asit Fabrikası (1958)…

Artvin Lif Levha Fabrikası (1959)…

Kocaeli-Çayırova Cam Fabrikası (1959)…

Aliağa Rafinerisi (1967)…

Seydişehir Alüminyum Tesisleri (1969)…

İskenderun Demir Çelik Fabrikası (1970)…

Arpaçay Barajı (1975)…

Bursa-Orhaneli Termik Santrali (1979)…

Antalya-Oymapınar Barajı (1984)…

Ve de yapımına 2015 yılında başlanmış, 2023’te bitirilmesi planlanmış Mersin-Akkuyu Nükleer Güç Santrali.

Bu fabrikalar ve işletmeler büyük ölçüde “Anahtar Teslimi” kurulmuştur.

Bu fabrika ve tesislerde çalışan tüm mühendis ve elemanlar Rusya’da eğitilmiştir.

Bu fabrika ve işletmelerin ücreti, Yılmaz Özdil’in 6 Mayıs 2017 tarihli yazısında da belirttiği gibi nakit para olarak değil, Rusya’ya (Sovyetler Birliği’ne) sebze, meyve, narenciye gönderilerek ödenmiştir.

Ve de bu fabrika ve işletmelerin kurulması sırasında ve sonrasında, iki ülke arasında hiçbir sorun yaşanmamıştır. Bir “askeri üs” talebinde bulunulmamıştır.

***

Şimdi de ABD’nin katkısına bir bakalım.

Peki, ABD’nin Türk Sanayisi’ne bir katkısı var mıdır? Yoktur!

Peki, askeri üsleri var mıdır? Çoktur!

Ama öncelikle bilmemiz gereken, Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ya girdiğidir. Ve de NATO’nun amiral gemisinin ABD olduğudur.

İşte Türkiye’de bulunan ABD üslerden bir bölüm:

Adana İncirlik Üssü, İzmir Hava Üssü…

Malatya-Kürecik Üssü, İstanbul-Şile Üssü…

Konya Üssü, Balıkesir Üssü…

Muğla Üssü, Ankara-Ahlatlı Üssü…

Amasya-Merzifon Üssü, Çanakkale Üssü…

Diyarbakır-Pirinçlik Üssü, Eskişehir Üssü…

İzmit Üssü, Kütahya Üssü…

Lüleburgaz Üssü, Sivas-Şarkışla Üssü…

İskenderun Üssü, Ordu-Perşembe Üssü…

Rize-Pazar Üssü, Erzurum Üssü…

Van-Pirreşit Üssü, Mardin Üssü…

Tekirdağ-Çorlu Üssü, Gaziantep-Batman Üssü…

Ve Adana-Hatay Toroslar Eğitim Üssü.

Peki, nedir bu üsler, görevleri nedir?

Elbette bunlar askeri üs olup, görevi ABD’nin Türkiye dahil tüm bölgeyi kontrol altında tutması, gerektiğinde müdahale amacıyla kullanmasıdır.

Ve bu üsler, Türkiye’nin 1950’den bugüne ABD’nin ileri bir karakolu olarak donatıldığını da tescilleyen üslerdir.

İşte 68 kuşağının kavgası ve yükseltmeye çalıştığı milli damar bu oluşumlara karşı idi.

Bu nedenlerle Rusya-Ukrayna savaşı üzerinden bir Amerikan yandaşlığı pazarlayanlar ve bu yandaşlıktan siyasi beklenti içinde olanlar bir kez daha düşünmelidir.