Özellikle son yirmi yıldır ortalık çarşı pazar.

Dur durak yok.

Satılacak mal çok.

Satılıyor.

Gül alınıp, gül satılmıyor.

Konutlar satılıyor,

Araziler satılıyor,

Şirketler satılıyor,

Fabrikalar satılıyor,

Limanlar satılıyor,

Bankalar satılıyor,

Maden ruhsatları satılıyor,

Yurttaşlık satılıyor...

Kimsenin sesi çıkmıyor!

Annem;

"Kuş akıllı oğlum!" derdi bana.

Keşke,

Kuş kadar aklım olsaydı!

Yok!

Benim gibiler çok!

Çevredekilerin en az yüzde altmışı benim gibi.

Neler satılmış, kimler satmış, kimler almış, umrumuzda değil.

Hepimiz de "şakşak" peşindeyiz.

"Şakşak da ne?" diyeceksiniz.

Eskiden su gücünden yararlanılarak çalıştırılan değirmenler vardı. Çoğu dere yatağında olurdu. Rizelilerin dere yataklarına yaptıkları evler gibi.

Bir sel gelir...

İşte öyle!

Değirmeni sel götürür; biz, el kadar ağaç parçasını, değirmen taşı dönerken, "şak şak!" ses çıkartan "şakşak"ı, şakırdağı ararız.

Pazar yeri kalabalık. Sıkı pazarlık içinde insanlar.

At pazarlığında.

Ceplerinde, çantalarında bahar havası.

Her birinin gözlerine yansıyor dolar yeşili.

Dolar sayar elleri.

Dolar taşar.

Sesi geliyor satıcının.

-SEKA Kağıt Fabrikası, Saaat-tım!

-Samsun Bakır İşletmesi, saaat-tımm!

-Çorum Şeker Fabrikası, saaat-tımmm!

-Yatağan Termik Santrali, saaat-tımmmm!

-Sarıkamış Ayakkabı İşletmesi, saaat-tımmmmm!

-Kuşadası Limanı, saaat-tımmmmmm!

Adam satıyor.

Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Süvari Yakup Çavuş'un söyledikleri aklımda:

"Düşman, sadece Yunan gavuru değildi ki yavrum...

İngiliz'i vardı, Fransız'ı vardı, İtalyan'ı vardı, Rus'u vardı, Ermeni'si vardı...

Bir de bunlara yardım eden..."

Pazar yeri renkli.

Herkes pazarda.

Suriyeli, Iraklı, İsrailli, Somalili, Afgan...

Ceplerinde vatandaşlık belgesi.

Birinin yanına yanaşıyorum:

-Yarın 30 Ağustos, diyorum.

Gözleri iki buzlu cam.

Bakıyor.

Dili, gözlerinden usta. Benden iyi konuşuyor:

-Evet evet, yaz güzel geçti. Geçen yıldan biliyorum, sonbahar daha bir güzel buralarda, diyor.