Müsbet ve manevi ilimler, dünyevi ve uhrevi bilgilerin tamamı, görerek ve dinleyerek öğretilir ve öğrenilir. Dini bilgilerin öğrenme yöntemi de böyledir. Bunun için Müslümanlara ve insanlığa dini bilgiler vaaz ve nasihat denen metotla öğüt verilir ki, bu ise dinimizin kesin bir emridir. Yani farzı kifayedir.

Bunun içindir ki, alimlerimiz, bilginlerimiz, hocalarımız, hatta bu konuda bilgileri olan herkes başkalarına bildiklerini anlatmak, sorduklarını cevaplandırmak zorundadırlar. Çünkü sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed SAV. “Bildikleri faydalı bilgileri başkalarına anlatmayan, kendisine sorulan ve cevabını bildiği bir soruya cevap vermeyenler dilsiz şeytandır” buyurarak bilgi aktarımının önemini vurgulamıştır.

Bir konuyu iyi anlayan ve iyi kavrayan onu iyi dinleyerek elde etmiştir. Bir meseleyi iyi bellemek ve anlamak için o konuya şiddetli arzu ve istek duymalıdır. Her şey bir ihtiyaçtan doğar. Karnı tok olana ekmekten, suya kanmışa sudan söz etmek beyhude emektir. Niçin çalışıyoruz? Para kazanmak için. Niçin para kazanıyoruz? Yaşama ihtiyaçlarımızı karşılamak için.

Niçin vaaz ve nasihat dinliyoruz? Öğüt almak, bilgilenmek ve aydınlatıcı bilgilerle mutlu yaşamak, dünya ve ahiret saadetini kazanmak için.

Bunlar ise başımızın tacı, dertlerimizin ilacı olan öğretmenlerimizi, alimlerimizi, bilginlerimizi, üstadlarımızı, büyüklerimizi ve çok değerli saygıdeğer ilmi ile amil ahlakı ile kamil hoca efendilerimizi can kulağımız ile dinlemek ile mümkündür. Şahı velayet; evliyaların şahı olan Hz. Ali R.A. “Men allemeni harfen, fekad sayyerani abdeh” Yani, Bana bir harf öğretenin kulu, kölesi olurum. R.SAV. de, “Ben ilmin şehriyim. Ali de kapısıdır”, buyurmak suretiyle ilmin, alimin ve hocalarımızdan öğüt almanın önemini önemle bildirmiş oluyorlar. Ve yine Hz. Ali R.A. Kur’an’da 6 bin küsur ayetin nerede, nasıl, dağda mı, ovada mı, gece mi, gündüz mü indirildiğini bilirim. Bütün bunları Hz. Muhammed SAV.i can kulağı ile ve pür dikkat dinlemekle öğrendim” demiştir. Alimler, hocalar, peygamberlerin varisleridirler. Onları dinleyiniz ve öğreniniz buyurmuştur.

Yüce Allah cc. hazretleri de, vaaz ve nasihat hutbe dinlemenin, yani dinlemenin önemini Taha suresi 13. ayetinde Hz. Musa’ya hitaben; Ya Musa ben seni kullarımı bilgilendirmen ve aydınlatman için peygamber olarak seçtim ve gönderdim. Öyle ise onlara vereceğin öğütlerimi, vahyimi dikkatle dinle ve kavra. Yani “Festemiğ lima yuha” duyacaklarını iyi belle buyuruyor.

Öğüt alınan yerlerden birisi ve en önemlisi de camilerimizdir. Camilerde bilgi edinmenin yolu kürsülerde verilen vaaz ve nasihatleri ve özellikle de minberde okunan hutbeleri gayet dikkatli ve ciddi olarak dinlemek ve öğrenmektir. Çünkü hutbelerde verilen bilgiler çok önemli bilgilerdir. Onun için yüce Allah cc. hazretleri Zariat suresinin 55. ayetinde “Fezekkır feinnezzikra tenfeul müminiyn” yani, Ey habibim Hz. Muhammed Sav. Sen müminlere öğüt ver, muhakkak senin öğütlerin onlara çok faydalıdır.” Yine Raad suresinde “Ellezme amenü ve tedmeinnü gulübühambizikrillerh. Ela bizikrillahi tedmeinnül kuluub” Yani, Ya Muhammed SAV. senin öğrettiğin bilgiler ile aydınlanan müminler, bunlar sarsılmaz bir irade ve istekle iman edenler ve gönüllerini Allah’ın ayetlerinin verdiği bilgilerin nurlu ışığı ile zikri ile sükunete erdirenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur. Sükunete erer. Kalplerin gıdası zikirdir, nasihattir, öğüttür. Onun için güzel söze, gerçek öze kulak vermeyen, öğüt almayan helak olurlar. Yollarını şaşırır, yolda kalırlar.

Haftada bir gün kutsal Cuma gününde ve Cuma namazında kısa bir süre beraber oluyoruz. Rabbimizin emrini yerine getiriyoruz. Kürsüde verilen vaaz ve nasihat minberde okunan hutbeyi dinliyoruz. Bu konuda okuyan ve dinleyenler olarak kendimizi sorgulamamız gerekiyor.

Örneğin; ben ulu Allah’ın sevgili peygamberimizin övgüsüne layık bir öğütveren miyim? Bu konuda gerekli bilgi ve beceriye, donanıma sahip miyim? Gerekli dini bilgileri, en doğru en objektif, tarafsız olarak yüce Allah’ın emri doğrultusunda sizlere aktarabiliyor muyum? Bu hususta sizlere yararlı olabiliyor muyum? Bu soruları kendime sormam ve en uygun cevapları vermem şarttır. Yoksa kendimizi kandırmış, sizleri aldatmış olurum ki, Allah korusun bu bir felakettir.

Çünkü başkalarına verdiğin öğütleri kendin yaşamazsan o öğüdün başkalarına fazla bir yararı olmaz.

Dinleyenler olarak sizler de öğütleri can kulağıyla dinliyor, anlıyor, kavrıyor, anlaşılmayanları sorup öğreniyor ve bu bilgilerle amel ediyor musunuz? Bu bilgiler yaşamınıza yansıyor mu?

Camide vaaz ve nasihat verilirken minberde hutbe okunurken, laubali bir oturuş, ilgisiz bir duruş, bedenimiz camide ruhumuz dışarda, at alıp tay satıyorsa, hastalık ve zaruri haller hariç cami dışı işlerle meşgul olursak, örneğin telefonla oynuyor, başka işlerle ilgileniyorsak, elbette ki yapılan vaazı verilen öğüdü dinlemiyoruz demektir ki, verilen bu nurlu bilgilerden mahrum kalıyoruz demektir. Bu da kendimizi kandırmanın en acı halidir.

Büyüklerimiz demişlerdir ki; İnsanların en ahmağı kendi kendisini kandıranlardır. Bir hutbe en fazla 15 dakikadır. Kabede Cuma hutbeleri bir saate yakındır. Allah’ın farz kıldığı hutbeyi 15 dakika dinlemeye tahammülü olmayan bir Müslümanın ibadeti o mümini kurtarabilir mi?

Bir espri örneği verelim: Zamanın birinde ince uzun sakallı bir hoca kürsüde vaaz ederken, cemaat içinde vaazı dinleyenlerden bir kişi ağlıyor, gözyaşı döküyormuş. Hoca da bu zata bakıp mübarek kişi vaazımdan çok etkilendi de, hüngür hüngür ağlıyor sanmış ve namazın sonunda hoca, ağlayan kişiye sormuş. Vaazdan çok mu etkilendin, ders boyunca ağladın, demiş. O ağlayan zat hocaya ne dese beğenirsiniz. Hoca efendi, benim bir kıymetli keçim vardı. Sakalı senin sakalına benzerdi. Dağda bir kayadan uçtu ve öldü. Sizin sakalınızı görünce onu hatırladım, onun için ağıyorum, demez mi?             

(SÜRECEK)