Sevgili Nana’m
Bugün yine sol tarafımdaki acıyla uyandım. Kaç gündür böyleydim ve önemsemiyordum. Geçer geçer diye bekledim ama bir türlü geçmedi. Çok hastayım Nana’m. Kalbimin ritimlerine engel olamıyorum. Yaralı bir kuş gibi sol yanımda hızlı hızlı kanat çırpıp duruyor.
Bu mektubumu sana ilaç kokan, kan kokan, umut ve umutsuzluk kokan hastaneden yazıyorum. Kendimi sanki cümlelerin bitimindeki yüklem kadar ağrılı, sancılı hissediyorum. Oysa noktası konmamış binlerce cümlem vardı benim ve şimdi hiç birini bulamıyorum. Kendimi öylesine bir kitabın arasında unutulmuş, solmuş kuru çiçekler gibi hissediyorum. Yaralarımı Çengelli iğnelerde birbirine tutturmaya çalışmaktan yoruldum. Bu acılardan beni, bana yazacağın tek bir duygu dolu cümlen kurtarabilir.
Sevgili Nana’m "benim şehrime gel "demeni ve Seine nehrinin kıyılarında duran sokak ressamlarının aşkla birbirimize baktığımız resimleri çizmelerini istiyorum. O resmi alıp yüreğimin duvarlarına asmak ve o anda sende kalmak, dudaklarında benim için duran kelimeleri dudaklarımla almak istiyorum. Ne kadar acı sana bu kadar yakınken bu kadar uzak olmak.
D.H.Lawrence 'nin "Lady Chatterley'in Sevgilisi "romanını okudun mu? Ya da sinemaya uyarlanan filmini izledin mi bilmiyorum, ama son sahnesinde çok etkilendiğim konuşmayı yazıyorum.
"Seni seviyorum.
Ne kadar çok sevdiğimi bir bilsen!
Sanki senden başka kimse için bir değerim yokmuş gibi.
Gittiğinde, seni çok düşünmemeye çalıştım. Çünkü yararı yoktu. Ne anlamı vardı ki? Âmâ seni düşünürken, kendime dedim ki: Benim evim gibisin. Ve bu yüzden gerçek evlerin benim için bir Önemi yoktu. Çünkü seni tanıyana kadar her şey benim için bir hapishane gibiydi. Kendimi kilitlenmiş hissediyordum. Sen bana dünyayı açtın.” diyordu.
Benim evim sensin Nana. Sende var olup sende yok olmak istiyorum. Baktığın pencerelerdeki gözlerin, yürüdüğün yollardaki gölgen, yorulduğunda dinlenmek istediğin bir dostun olmak istiyorum.
Marquez’in yarattığı "bir aşk için elli yıldan fazla beklemeyi göze alan bir kahraman” kadar bekleyemem ben, o kadar sabırlı değilim. Ne olur geleyim, ya da sen gel de.
Kant "Aklın Sınırı "nı felsefi acıdan sorgularken, ben aklımın seni düşünmeden duramayan sınırlarını sorguluyorum. Seni hayal etmeden duramayan, sana yazmadan duramayan şaşkının tekiyim ben. Sana mektuplar yazarken, ardımdan koca mevsimler geçti.. Hiç biri senin yazdığın cümlelerinin bana dokunduğu gibi dokunmadı.
Sensiz nefes almayı unuttuğumda hep kitaplara sarılıyorum. Kelimeleri kendime dost edindim, yazının başına oturup artık imlâsız cümleler yazıyorum. Oysa en çok virgülleri severdim, ama artık etrafımı ünlemler ve soru işaretleri sardığı için virgüllü cümlelerim kayıp oldu.
Ünlü İspanyol yazar Miquel Unamuno’ nın "Sis" adlı romanını okudun mu? Hani o romanda yazar yarattığı kahramanını öldürmeye çalışır, ama Kahramanı itiraz eder. “Ben artık bir kişiliğim, beni öldüremezsin. Hatta bir sevgilim de var, onunla evlenmeyi düşünüyorum ” der. Yazar da "Seni ben yarattım ve seni öldürüp romanımdan çıkartmama itiraz edemezsin ” karşılığını verir.
Sevgili Nana, beni de duygularınla sen yarattın ve beni sensiz bırakarak ölüme mahkûm edemezsin. Ben senin yazdığın hikâyelerinde ete kemiğe sardığın bir kahraman değilim. Ben ellerinle dudaklarına dokunduğun kadar sahiciyim. Beni hayatından, Miquel Unamuno’nın roman kahramanını öldürdüğü gibi öldüremezsin.
Zamanın en acı yerinde duruyor akrep, çok canım yanıyor. Yüreğimi yıkayıp balkonun demirlerine mandallamaktan yoruldum. Yokluğun çok acı veriyor bana. Hayalimde sende dokunduğum tenin, beni alıp sana getiren konunun bir gün biteceğini düşününce yüreğime oklar saplanıyor ve bir müddet nefes almayı başaramıyorum. Ellerim ellerini, dudaklarım teninde dokunduğu her bir kareyi, duygularım yüreğinde benim için sakladığın her bir cümleyi özlüyor.
Piyano tuşlarının yan yana durup konuşamaması gibi öyle suskun durma, yüreğinin notalarıyla dokun tuşlara ve bağır avaz avaz..
Mektubunda rüyandan bahsetmişsin “Yalnızlığım bir ışık istiyordu. Sana yazdıkça çoğalmayı beklerken, yalnızlığımın ışığını bulmayı beklerken, yetişmesi gereken bir yer varmış gibi hızlıca harfler beynimin odalarının, seni düşünen merkezinden kaçıveriyordu.
Dur diyecektim.
Gitme diyecektim.
Buradayım diyecektim.
Ellerini uzat diyecektim.
Gitti.”
Sevgili Nana’m
Ben senin beyninin misafir odalarında beklemek istemiyorum. Bana gitmek için değil kalmak için bir oda ver. Ben orada, bana bir gülümsemen için bir çıt bile çıkarmadan beklerim.
Hemşire geldi canım ve ben burada mektubumu bitiriyorum.
“Şimdilik” hoşça kal.
Sevgimle.
Dark