1993 yılında Ankara’da evinin önünde aracına konulan bombanın patlaması sonucu yaşamını yitiren araştırmacı gazeteci – yazar Uğur Mumcu’nun katledilişinin 26’ncı yıl dönümündeyiz. Her 24 Ocak’ta O’nu ülke çapında anıyoruz. Mumcu’yu anmaktan öte, anlamamız gerekiyor. Katledilişinin üzerinden çeyrek yüzyıl geçmiş, ama O hala günümüze ışık tutuyor. Öngörüleri bir bir çıkıyor. Ülke gerçek bir aydınını, bir kalpaksız Kuvayı Milliyecisini, gerçeğin peşinde koşan, korkusuz bir araştırmacı - gazetecisini yitirdi.

Hunharca öldürülmesinin ardından, dönemin en üst düzeydeki yetkilileri “namus sözü” verdiği halde, o söz hiç yerine getiril(e)medi. Mumcu suikastı aydınlatılmadı ya da aydınlatılamadı.

Mumcu iyi bir araştırmacı, sorgulayan ve çoğu zaman anlatmak istediğini herkesin anlayabileceği dille, kara mizahla anlatan usta bir gazeteci ve yetkin köşe yazarıydı. Gazeteciliğe ve köşe yazarlığına soyunanların önünde, iki seçenek vardır: Birincisi gerçeği yazmak, ikincisi çanak yalamak! O birinciyi seçti ve toplumsal çıkarlar için asla gözünü budaktan esirgemedi. Yıllarca sonra halkının O’nu unutmaması bu yüzdendir.

Uğur Mumcu cinayeti, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Çetin Emeç gibi, seçkin aydınların katledildiği seri cinayetlerin bir parçasıdır. Birbirine benzer nitelikler taşımaktadır. Hedef, amaç ve sonuç aynıdır; hepsinin de “faili meçhul”dür.

İşleyeni bilindiği halde saklanmış, açığa çıkarılmamış, “faili meçhul” bırakılmıştır!

Aydınlatıl(a)mayan o denli çok karanlık nokta var ki, hepsi birer soru çengeli olarak insanların beyninde asılı durmaktadır.

•“Bir tuğla çekilse, bir duvar uçar” denmişti. Fakat o tuğla bir türlü çekilemedi.

•Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel “namus borcu” dediği halde, neden olayın sonunu getiremedi? Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü de benzer sözü vermişti üstelik..

•Bülent Ecevit “Kontrgerilla” yı dile getirdiği halde, neden olayın üzerine gitmedi, gidemedi?

•Patlama sonrası olay yerinde kanıtlar çalı süpürgesi ile süpürüldü! Bu “olay yeri kanıtları” da, süpürenler de, süpürtenler de.. davaya katılanların belirttiğine göre sorgulanmadı.

* * *

O, sömürü, zulüm ve karanlık güçlerin üstüne üstüne gitmişti. Tanktan, toptan, kılıçtan, tüfekten korkmayanlar, O’nun kaleminden korkmuştu. O bu ülkenin konuşan dili, toplumun vicdanıydı. “Kalem” başlıklı makalesinde, söyleyeceklerini söylemişti :

“…Bir kalem susar, yerini bir başkası alır. Bu kalemler tükenmez. Ne, kelepçeler, ne demir kapılar, ne iddianameler ve ne de beş yıldan yirmi yıla uzanan hapis cezaları, bu kalemleri korkutamadı, bundan sonra da korkutamaz. Kalemler vardır; sömürünün, vurgunun zırhıdır… Kalemler vardır; özgürlüğün ve barışın silahıdır… Kalemler vardır, gençlerin idam kementlerinde kırılır atılırlar… Kalemler vardır; resmi belgelere durmadan imza atar ve kalemler vardır, yılmadan, usanmadan, eğilmeden, bükülmeden yazar…”

Kalemini eğip bükemeyen karanlık ve halk düşmanı güçler, çareyi O’nu kalleşçe katletmekte buldular…

Türkiye Halkının kalbinde sonsuzluğa gömülen Uğur Mumcu, onurlu bir duruşun, yiğit bir gazetecinin adıdır.