O aldırmaz bir tavırla:

“Hele sen eşyalarını getir de bakarız bir çaresine. Getireceğin bir kat yatakla bir iki parça eşya değil mi zaten. Köyde benim bildiğim kullanılmayan bir iki boş oda var. Onlardan birine yerleştiririz seni” diyor.

“Tamam” diyorum. “En geç önümüzdeki Çarşamba günü buradayım.”

“İnşallah” diyor.

Çok geçmeden tek tek söküp geliyor köylüler. Her gelenle hoş beş ediyoruz. Kapının ardındaki bardaklığa kadar doluyor oda. Çoğu meraklı gözlerle beni süzüyor. Söz ve söyleşi koyulaşırken, sigaralar da yakılıyor peş peşe. Odanın içi göz gözü görmez biçimde dumanlanıyor; havası bozulup ağırlaşıyor iyice. Soluk alamaz duruma geliyoruz neredeyse.

Neler konuşulmuyor ki. “Mendereslerin idamı,” daha yeni… (17 Eylül 1961) Üzerinden kırk gün geçmiş ancak. Köylü, Muhtar odasında ülke yönetimini de yeniden biçimlendiriyor kendilerince. Hükümet kurup, devlet yönetmeye başlıyorlar.

Gece Muhtar Çelebi’nin odasında kalıyorum.

28 Ekim 1961, Cumartesi

Sabah kahvaltısından sonra bekçi Osman beni köyün dışına kadar çıkarıyor.

“Bu yol seni Ankara yoluna indirir” diyor.

Teşekkür edip, yürüyorum.

Sıkı bir yürüyüşle kısa bir zaman sonra Ankara yoluna ulaşıyorum. Saatim olmadığı için zamanı ölçemiyorum. Yolda fazla beklemiyorum. Ankara yönünden gelen bir otobüse binerek Sungurlu’ya iniyorum. Göreve başlama yazımı İlköğretim Müdürlüğündeki görevli memura bırakıp çıkıyorum.

İki gün içinde eşyamla geri dönüp okuldaki görevime başlamalıydım. Sungurlu’da oyalanmıyorum. Çorum yönüne giden kamyonlardan birinin sürücü yanında yer buluyorum. Sürücüyle söyleşerek gidiyoruz. Çorum’a iniyorum ama köye araba bulamıyorum. Akşam Cemal amcamlarda kalıyorum.

29 Ekim 1961, Pazar.

Cumhuriyetimizin kuruluşunun 38. yıldönümü. Cumhuriyet Bayramı’nı stadyumda izliyorum. Büyük bir coşkuyu ve mutluluğu yaşıyorum Türklük gurur ve bilinciyle.

Pazar olduğu için köyün arabası yine yok. Bizim köy güzergâhına giden yol Kayabaşı’ndan Amasya’ya kadar ulaşıyor. O yöne, “Öz tarafı” deniyor. Ben de “Öz” tarafına giden bir kamyonu denk getirip ona biniyorum. İbek köyü yol ayrımında inip, yürüyerek çıkıyorum köye.

30 Ekim 1961, Pazartesi.

Götüreceğim eşyalarımın listesini ve saptamasını yapıyorum. Ardından Sarıkamış gazilerinden rahatsız olan Arif dedemi ziyaret ediyorum. Durumu hiç iyi değil. Erimiş akmış iyice. Sancı da çekiyor. Yürek dayanmıyor durumuna.

31 Ekim 1961, Salı.

Götüreceğim eşyalarımı hazırlıyorum. Öğrenciliğimden kalma tek kişilik somyamla, yatağımı, yorganımı, yastığımı, battaniyemi ve iki kat iç çamaşırımı iki minderle birlikte, bir çula sarıp balya yapıyorum. Bir iki de kap kacakla, bir lamba, sarılıp küçük bir telis torbaya konuluyor. Bir sandalye alıp, küçük tahta bir sandığa da 50-60 civarında kitap doldurup kapağını çiviliyorum. Ekmeksiz yaşarım da beyin besinim kitaplarım olmayınca yaşayamam. Ayrıca yufka ekmek yaptırmak için küçük bir torba da un koyuyor annem. Aslında tamamını bir hayvana yüklesem “ıh” demeden götürür. Bir bekâr öğretmenin eşyası ne olacak ki zaten.

Her iki ağabeyim de Köy Enstitülü öğretmen. Ben de ailenin üçüncü öğretmen bireyi oluyorum. Mehmet Ağabeyim Çorum’un Yeşildere; Süleyman Ağabeyim ise, Mecitözü’nün o zamanki adıyla Çağna, şimdiki adıyla Elmapınar köyünde görevliler. Küçük erkek kardeşim Merzifon Astsubay okulunda öğrenci. İkisi kız, en küçüğü erkek olan üç kardeşimse köyde, evdeler. Anlayacağınız, yedi çocuklu bir ailenin üç numaralı çocuğuyum. Yani, nüfus kalabalık...

Babam köyün ileri gelenlerinden, saygın bir kişi... Hatırının sayılması varlıklı oluşundan değil elbet. Elinin kalem tutmasından… Köylünün devletle olan ilişkilerinin sağlıklı yürümesinde onlara yol göstermesinden; senedini, dilekçesini yazmasından. Komşular arasındaki çözümsüz gibi konuların çözmesinde arabulucu olmasından.  Çünkü babam, hem eski, hem de yeni yazıyı iyi derecede okuyup yazıyor. Bir dönem muhtarlık yapmışlığı da var. Aklım erdi ereli, çevre köylerin muhtarlıklarının kâtipliğini (yazmanlığını) da sürdürüyor.

(SÜRECEK)