KÖYÜN BAKKALI

Köyün Bakkalı Abdullah Yaramış.

Dükkânı, doğu batı yönünde köyü ikiye bölen derenin kuzey kesimine düşüyor. 35-40 yaşlarında kısa boylu, esprili, cana yakın birisi. Bazı konuşmalarındaki kabadayı tavrı onu, komik ve sevimli yapıyor. Dükkânında, köylünün gereksinimi olan birçok şeyi bulunduruyor. En önemli gereksinimlerden çay, şeker, bisküvi, lokum, kuru üzüm, çerez, tuz, biber,  kibrit, tütün, sigara, sabun, soda, pazen, kabut bezi vb. dükkanından eksik değil.

Dükkânın sokağa dışarıya bakan penceresinin önüne tahtadan oturmalık da yapmış. Akşamları dersten sonra ve hafta sonları zaman zaman uğruyorum yanına. En az beş altı kişiyi de oturmuş söyleşirlerken buluyorum. Bana da yer açıyorlar hemen aralarında.  Oturup, biz de söyleşilerine katılıyoruz. Böylece yalnızlığın sıkıntılarını başımdan bir süre uzaklaştırabiliyorum.

Bazen benim de çay, şeker, bisküvi ve kibrit aldığım oluyor.

Yüzünden gülümsemesi hiç eksik olmuyor.

Ve her uğrayışımda da:

“Paran olmasa bile çekinme Hocam. Dükkân benim değil sizin. Kendin gelemesen bile, ihtiyaçlarını yaz, gönderiver talebelerinden birisiyle. Ben hemen iletirim sana!” diyor.

Teşekkür ediyoruz kendisine.

KÖYDE BAŞLIK PARASI

8 Aralık 1961

Arada sırada akşamları, köyün gençlerinden ikişer üçer uğrayanlar oluyor yanıma. Konuşuyor söyleşiyoruz. İçlerinde askerden yeni gelmiş olanlar olduğu gibi, askere yeni gidecekler de var. Köyün bakkalından bisküvi, lokum, çerez (kuru yemiş) alıp getiriyorlar. Ben de çay demliyorum onlara. Çay eşliğinde yiyoruz getirdiklerini. Söyleşi koyulaşıyor. Bir iki derken ben de sigaraya başlamıştım zaten. O nedenle evde sigara bulunduruyorum artık. Hem de sigaranın birincisinden. Yani, “birinci” sigarası... Gençlerin hepsi de bekâr ve efkârlılar.  Ucuz diye kimi Üçüncü, kimisi de İkinci sigarası içiyorlar. Daha az öksürtür diye kendi içtiğim Birinci sigarasından sunuyorum onlara. Reddetmiyorlar.

O yıllarda tekel ürünü olan yaygın sigaraları en ucuzundan en pahalısına doğru şöyle bir sıralayabilirim.  Bir başka deyimle de kalitesizinden kalitelisine doğru… “Üçüncü”, “İkinci”, “Birinci”, “Bafra”, “Yeniharman”, “Gelincik”, “Bahar” bir de “Yaka” sigarası benim anımsadığım. O yıllarda köydeki vatandaş, halk arasında süzgeçli olarak nitelendirilen filtreli sigaraları görmemiş daha. Filtreli olarak bir Samsun sigarası çıkmış, bir de mentollü olarak “Çamlıca” sigarası var... Bunlar da her yerde bulunmuyor. Bulunsa bile vatandaş yanına yaklaşamıyor. Çünkü onlara göre çok pahalı. Köydeki yaşlılar genellikle sarma tütün, diğerleriyse üçüncü, ya da ikinci sigarası içiyorlar. Ardından da takır takır öksürüyorlar.  O yıl, Üçüncü sigarasının ederinin 35, İkinci sigarasının 50, Birinci sigarasının 70, Bafra sigarasının da 90 kuruş olduğunu anımsıyorum. Diğerlerinin ederiyse 100 kuruşun üzerinde.

Yanıma gelen bu gençlere ayrıca hoşlanacakları türde, başta geleneksel âşık edebiyatının kitapları olmak üzere öykü ve romanlar veriyorum; okusunlar, bilgilensinler, yaşam kültürleri gelişsin diye.

Alıyorlar Fakat:

“Okuyup da ne yapacağız be Hocam? Mısır mollası mı olacağız sanki?” diyenler olduğu gibi;

“Başlık parasına çare mi bu kitaplar?” diye soranlar da var.

Köydeki sosyal yaralardan birisi de evlenecek gençlerin “başlık parası” konusu. Duyunca şaşırdım açıkçası. Köydeki başlık parası tam 15 bin lira imiş. Benim köyümde de başlık parası var ama buradakinin onda biri kadar bile değil. Erkek tarafından kız babasına verilen bu para, gurbette çalışılarak kazanılacak paralardan değil. Kız babaları, başlık karşılığında (onların deyimiyle) kızlarını satınca kısa zamanda zenginleşiyorlarmış. Ama erkek evladı olan ailelerin durumu da bunu tam tersi oluyormuş. Onlar için düğün yapmak, oğul evlendirmek bu başlık paraları yüzünden tam bir yıkım oluyormuş.  Düşünün bir kez. Dört beş tane erkek çocuğu olan bir aile çiftlik sahibi de olsa kısa zamanda yoksullaşabiliyorlarmış. Çocuklarının sayıları kız erkek olarak eşitse, sorun değilmiş. Durumları korkak bezirgânların işine dönüyormuş.

“Yani,” diyorum. “Ne kar, ne de zarar.”

(SÜRECEK)