Son günlerde Türkiye’nin tartışma konusu “zeytinlikler”, Çorum’un ise “Derinçay”…

Yani ülkemizde de, kentimizde de “tarım” konuşuluyor.

Neyse ki, zeytinliklerin tesisleşmeye açılması konusunda geri adım atıldı, bu maddenin Sanayi Komisyonu’nda yeniden değerlendirilmesine karar verildi de, “zeytin” adına kaygılar şimdilik hafifledi.

*

Aslında, hemşehrimiz Soner Yalçın’ın zeytin üretiminde durumumuzu tahlil eden yazısı, böyle bir hazinenin değerini bilemediğimiz gerçeğini ortaya koyuyordu.

Soner Yalçın, önceki gün Sözcü’deki köşe yazısında, dünyadaki 900 milyon zeytin ağacından 100 milyon kadarının Türkiye’de olduğunu, zeytinyağı üretiminde 135 bin tonla Suriye’nin dahi gerisinde kaldığımızı, yıllık ortalama 300-400 bin ton sofralık zeytin üretimimizden ancak 60-70 bin tonunu dışarıya satabildiğimizi, Mısır’ın bile bizi ikiye katladığını anlatıyor, uygulanan tarım politikalarının Türkiye’yi gıda ithaline mecbur bıraktığı yorumunu yapıyordu.

*

Gerçekten, maliyetlerdeki artış nedeniyle, hiç üretmemek, üretmekten kârlı hale geldi.

Üreten köylümüz, köyünü de, toprağını da terkedip kente taşındı. Köyler boşaldı.

Tarım arazilerinin toplulaştırılması yönünde çalışmalar başlatıldıysa da, henüz mesafe alınamadı.

Ve sonuçta tarım ürünlerinde de dışa bağımlı hale geldik.

*

İrdelemek istediğimiz, ülkenin genel tarım sorunları değil.

Zeytinlikler konusunda olduğu gibi, başka alanlarda gelişme sağlayabilme adına, tarım aleyhine kararların kolayca alınabilmesi…Daha doğrusu, tarımın fazla önemsenmemesi…

Oysa, tarım olmadan yaşam olmaz.

Dünya yüzünde, bir tek toprağı geri kazanmanın olanağı yok.

*

Çiğdem Toker de, 7 Haziran’da Cumhuriyet’teki “Tarımımız AB masasında korumasız” başlıklı yazısında, AB ülkelerinden gelecek tarımsal ürünlerle ilgili gümrük duvarının indirilmesi konusunun masaya geleceğini anlatıyor, “AB’de tarım sektörü yüksek destekler alırken, bizdeki tarım sektörü zaten yüksek girdi maliyetleri ile üretim yapıyor” ifadesini kullanıyordu.

Toker, haftaya başlayacak Gümrük Birliği müzakereleri öncesi, tarımın korunması yönünde ilgilileri uyarıyordu.

*

Uğrak köyünde balık ve hayvan ölümleri ile ortaya çıkan sorunu ise gazetemiz “Derinçay derin dert” başlığıyla değerlendirdi.

Derinçay, gerçekten son yıllarda Çorum’un en büyük çevre sorunlarının başında geliyor.

Geçmişte tertemiz akan ve Çorum Ovası’na bereket saçan, balık tutulan, kenarında piknik yapılan Derinçay, sanayi atıkları ve kentsel atıklar nedeniyle, şimdi simsiyah akıyor.

Çevreye bereket yerine zehir saçıyor.

Kimi zaman -herhalde kimyasal atıklar nedeniyle- kirliliğin dozu artınca, balıklar ölüyor, bu sudan içen küçük ve büyükbaş hayvanlar telef oluyor.

*

Sanayileşirken, çevre kirliliğine yol açmadan bunu başarmanın yolu yok mu?

Ya da çevre kirliliği ortaya çıktığında, bunu bertaraf etmek için seferber olmak gerekmiyor mu?

Akarsularımızı kirleterek, tarım topraklarımızı tarım dışı işlere açarak, üreticiyi üretimden caydırarak nereye varabileceğimizi hesap edemiyor muyuz?

Gelecekte, su ve tarım toprağının en büyük stratejik güç olacağı yolundaki öngörülere neden kulaklarımızı tıkıyoruz?

Derinçay’la ilgili neler yapılabilecekse, samimiyetle ve önyargısız olarak konuyu masaya yatırmakta gerçekten daha fazla gecikmemek gerekir.

Geçmişteki gibi yine bereket aksın Derinçay’dan…