Dünyanın kimi ülkelerinde açlık yaşandığı, çok sayıda insanın açlıktan öldüğü, “içimizi yakan” bir gerçek.

Özellikle israf edilen gıdaları gördükçe, açlıktan ölen bu insanlar, bir deri-bir kemik kalmış zavallı çocuklar aklımıza geliyor ve yüreğimiz sızlıyor.

Ne yazık ki, dünya düzeni bu ve elimizden gelen fazlaca bir şey de yok.

Bir yandan da, dünyanın daha vahim bir geleceğe doğru yol aldığını bilim insanlarının açıklamalarından öğreniyor ve endişeyle ürperiyoruz.

Hatta bu kaygı verici durum, “dünya su savaşlarına doğru gidiyor” diye sık sık ifade ediliyor.

Evet “su savaşları”…

*

Dün, Dünya Çevre Günü idi.

Dünyanın ve ülkemizin çevre sorunları yeniden güzden geçirildi, yorumlar, değerlendirmeler yapıldı.

Çevreyi nasıl hoyratça kirlettiğimiz ortada. Hatta, pandemi günlerinde insanlar evlerine kapanınca, doğanın nasıl kendini yenilediğine de bazı örneklerle tanık olduk.

İnsan kirletmese, dünya daha yaşanır olacak, küresel ısınma, iklim değişikliği gibi sorunlar azalacak, yerine göre “doğanın intikamı” diye nitelediğimiz, doğal afetlerdeki tahribatlar bu boyutlara erişmeyecek.

Kırları, ormanları, ırmakları, tatlı su kaynaklarını, soluduğumuz havayı kirleterek yaşamı sürdüremeyeceğimiz gerçeğini hâlâ anlayamadık mı?

*

Dünya Çevre Günü’nde, dünyanın su kıtlığına doğru gittiği, bir kez daha gözlerimizin önüne serildi.

Dünyada, 1 milyara yakın insan, suya erişim sıkıntısı yaşıyor.

Tarih boyunca, su paylaşımı yüzünden nice savaşlar yaşandığı biliniyor. Su kaynakları azaldıkça, bu nedenle yaşanacak gerilimlerin de artacağı çok açık.

Konuya ülkemiz açısından bakacak olursak, bununla ilgili her tahlil veya değerlendirme, “sanılanın aksine, Türkiye su zengini bir ülke değil” diye başlıyor. Yılda kişi başına düşen 1.519 metreküplük su miktarı “su sıkıntısı çekildiği” anlamına geliyor. Türkiye’nin nüfusu 100 milyona ulaştığında ise kişi başına düşen su miktarı 1.120 metreküpe gerileyecek.

Küresel iklim değişikliği, kuraklık, aşırı ve plansız su tüketimi, tatlı suların kirlenmesi gibi nedenlerle, Türkiye’nin geleceğinde su sıkıntısının önemli gündem maddelerinden biri olacağını tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok.

Ve sınır aşan akarsuların diplomatik kriz nedeni haline geleceğini tahmin etmek de zor değil.

*

Uzmanlar, ulusal çapta bir “su yönetimi” programının hayata geçirilmesi gerektiğini önemle vurguluyorlar.

Mevcut sular nasıl korunabilir, nasıl daha verimli kullanılabilir, ya da kirlenmenin önüne nasıl geçilebilir?

Bu, yalnızca sorumlu bakanlığı, resmi kurumları, konunun tarafı olan kişi ve kuruluşları ilgilendiren bir sorun değil. Toplumun tümü, tüm bireyleri “hayat kaynağı” olan suyun kullanımında, tüketiminde, korunmasında ve temiz tutulmasında sorumluluk taşıyor.

Ve ulusal boyutta “kötü gidişe dur demek” için de zaman daralıyor.