24 Kasım 2020 Salı günü “Öğretmenler Günü”nü kutladık.
25 Kasım 2020 Çarşamba günü ise “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” idi.
Her iki günle ilgili verilen mesajları izleyince, klişeleşmiş söylemlerin dışında yeni bir şey göremiyorsunuz.
Öğretmenlerimize herkesten övgüler ve kadına yönelik şiddete herkesten tepkiler…
Toplumun her kesiminden yükselen seslere baktığınızda, bu ülkenin öğretmenlerini “sorunsuz”, kadınlarını da şiddetten uzak, “el üstünde” sanabilirsiniz.
Oysa, durum gerçekten böyle mi?
Hemen belirtelim ki, bu mesajları verenlerin iyi niyetinden, samimiyetinden kuşku duymuyoruz. Ama, söylediklerinin bu toplumda karşılığını da ne yazık ki göremiyoruz.
*
Her şeyden önce bir istatistik üzerinde duralım. 2020 ÖSYM verilerine göre ülkemizde atanmayı bekleyen öğretmen sayısı 460 bin imiş.
Öğretmen olmak üzere yüksek öğrenim gören, ama “öğretmen” olamayan yüzbinlerce gencimizin yaşadığı hayal kırıklığını, ruhsal sıkıntıyı, maddi çıkmazı düşünebiliyor musunuz?
Ya atanma şansı bulmuş öğretmenlerin yaşadıkları güçlükleri…
Eğitim adına çizilen çerçeveyi, bunun sonucu olarak yerlerde sürünen kaliteyi, göz göre göre kaybedilen süper beyinleri ve yetenekleri söz konusu bile etmiyoruz. Yalnızca öğretmenler penceresinden baktığımızda da, ne yazık ki parlak bir yan bulamıyoruz.
*
Herkes öğretmene saygısını, şükran duygusunu sunuyor, özverisini takdir ediyor, ama gerçek manada “nasılsın” diye sormuyor.
“Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” diyen Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister” buyruğunu, bu sistem içinde nasıl yerine getirebileceğini kimse irdelemiyor.
Ya da bunu zaten hiç istemeyenler pek çok.
Öğretmen, kendisine biçilen rol ve önüne konulan yaşam standardı arasında sıkışıp kalmış…
Atanabilmiş, öğretmen olabilmişse tabii…
*
Kadına yönelik şiddet konusunda da, verilen mesajların pek çoğunun “yasak savma” kabilinden olduğunu biliyoruz.
Kadına şiddet, taciz, tecavüz ve kadın cinayetleri devam ediyor.
Toplumun önemli bir kısmı, samimi olarak tepki gösteriyor, ama bir büyük çoğunluk da var ki, kendisinin ya da yakınlarının başına gelmedikçe, umursamıyor. Daha doğrusu, bu insanlık dışı psikolojik zeminin ve zehirli iklimin ortadan kaldırılması yönünde kılını bile kıpırdatmıyor.
Ruhu kirlenmiş, sapkın insanlar ise, bu vurdumduymazlıktan cesaret buluyor, fırsat ve ortam buluyor.
Onun için, sadece kınamakla, nefret ifadeleri kullanmakla, hiç kimse sorumluluktan kurtulmuş olamaz.
Bu bataklığı kurutmaktan başka çare yoktur.