Ortalık yine toz duman. Siyasete kasetler yolu ile yön vermek isteyen zihniyet iş başında. Kişilerin zaaflarını, özel yaşamlarını tuzağa düşürerek kayda alan şebeke, kendi hedeflerine bu yolla ulaşma gayretindeler. Kasetler yolu ile elde edilen görüntüler ne kadar uygunsuz olursa olsun, ahlak dışı olursa olsun, o kasetleri çekip servis edenler o yolla kendisine nema umanlar, daha ahlaksız ve daha uygunsuzdur, bunun altını çizerek yazıma başlamak istiyorum.

Elbette bu kaset olayları bir gerçeği de ortaya çıkarıyor. Gerçek yaşamlarında topluma gözüktüklerinden daha farklı yaşayanlar. Tam bir ikiyüzlülük içindeler; “Ne göründükleri gibi oluyorlar, ne de oldukları gibi görünüyorlar”…Toplum bu ikiyüzlülüğün sancılarını çekiyor. Bir atasözü ne güzel özetliyor; “Ele verir talkını , kendi yutar salkımı” hesabı.

Namusu, son çare olarak bedenini satarak geçinen insanın bacak arasına indirgemişiz. Oysa bu namus olayı sadece o kişiyi ilgilendiriyor. Asıl bulunduğu makam ve kurumu kullanarak toplumun hakkını çalan, yetim hakkını yiyen, zulüm eden, masuma baskı yapan… Kişinin namus anlayışını sorgulamamız gerekmez mi?

Libya halk edebiyatından alınmış bir yazıyı gerek din duygularını gerekse toplumun ahlak anlayışını kullanarak getiri sağlayanlar için köşeme alıyorum kıssadan hisse.

“Eve giren adam; evde tek başına yaşayan eşini ağlar halde gördü ve ağlamasının sebebini sordu?

Kadın: Evimizin önündeki ağaca konan kuşlar beni türbansız görebiliyor ve bu durumda Allah'a karşı günah işlemiş olabilirim; onun için ağlıyorum dedi.

Adam: Karısının Allah korkusu duyarlılığından çok etkilendi; karısını kucakladı, alnından öptü, kazma kürek hazırladı ve karısını rahatsız eden kuşların konduğu ağacı kökünden söktü.

Adam çalışıyordu; işe gidiş dönüş saatleri belliydi, günlerden bir gün çalıştığı yerde doğan bir arızadan dolayı eve erken geldi, kapıyı açtı ve karısına sürpriz yapmak için sessizce içeri girdi ve hayatının sürpriziyle karşılaştı.

Kuşların onu türbansız görmesinin iffetine halel getireceğini düşünen eşi; aşığının koynunda gününü gün ediyordu.

Adam gördüğü durum karşısında şaşkındı, eşi ve aşığına hissettirmeden ihtiyaç duyabileceği birkaç parça eşyayı aldı, evden çıktı ve önüne çıkan ilk yoldan dönmemek üzere yaşadığı şehri terk etti.

Uzun bir yolculuktan sonra kendisini; kalabalık bir halk topluluğu içinde buldu, kalabalıkta herkes şaşkındı ve anlaşılmaz bir uğultu vardı, adam birine yaklaştı ve kalabalığın nedenini sordu?

Kalabalığın nedeni; kraliyet hazinesi çalınmış ve fail bulunamamıştı. Kral; sarayının önüne halkı toplamış ve fail bulununcaya kadar herkesin sarayın önünde kalmasını emretmişti.

Kalabalıkta adamın ilgisini; ayak parmakları üzerinde yürüyen biri vardı ve adam, bu ayak parmakları üzerinde yürüyen adamın kim olduğunu sordu?

Ona; bu adamın kraliyetin din adamı olduğunu, ayağını tam basarsa, istemeyerek karınca ezebileceği Allah korkusuyla ayak parmakları üzerinde yürüdüğünü söylediler.

Adam: Allah'ım hırsızı buldum, beni krala götürün diye çığlık attı; adamı krala götürdüler ve adam krala, hazineyi çalan hırsızın, kraliyetin din adamı olduğunu söyledi, o değilse benim başımı kesin dedi.

Kraliyetin din adamını getirdiler; kısa bir sorgudan sonra, karınca ezmemek için parmakları üzerinde yürüyen din adamı hazineyi çaldığını itiraf etti ama! Kralın kafasında bir soru kalmıştı, kral döndü ve hazineyi çalanın din adamı olduğunu söyleyen, daha önce hiç görmediği bu şahsa, din adamının hazineyi çaldığını nereden bildin dedi?

-Ey kral!

-Sevap kazanmak iddiasıyla davranışlarında Allah korkusunu abartanlar, abartılarını başka suçlarını örtmek için yaparlar” dedi.

Görünen gerçek, namus bekçiliği yaparak topluma ahlak dersi vermeye kalkanlar, dinsel duyguları bir kâr ve getiri aracı olarak kullananlar, toplumun en ahlaksız kesimidir.