Sevgili Nana,
Seninle uzun bir süredir mektuplaşıyoruz. Bu gün posta kutumda yine, yeni bir mektubunla güne başladım.
Her mektubunda yerle bir oluyorum. Neden kendine adaletli davranmıyorsun? Mektubunda; Ben hiçbir zaman dünyayı umursamadan hayatın tadını çıkarabilen rahat bir insan olamadım. Hep sorguladım ve hep sorgulandım. Fırtınalı bir denizin ötesindeki adaları hayal ettim ve mutluluk belki oralardadır diye gitmek için çaba sarf ettim, diye yazmışsın. Bir kitapçı rafında öylesine duran, el sürülmeyen kalın kitaplar gibi yalnızlıklarım var. Kim sorsa hep "iyiyim”…İçimin çığırtkan seslerini susturmaya çalışmaktan yorgunum. Yorgunluğumu kelimelere bölüp bölüp okuduğum kitapların arasına sıkıştırıyorum. Oysa herkes çoğul gülücükler dağıttığımı sanıyor. Kim sorsa hep "iyiyim” diye de üstüne bastırmışsın.
Oysa ki ben senin "iyiyim” kelimesinin içinde binlerce suskunlukların olduğunu, ama bir türlü söyleyemediğini biliyorum. Neden kendine acı çektiriyorsun? Bağır, çağır, söv, ağla ama asla kendine acı çektirme. Hayat için binlerce güzel kelimen vardı hani senin. Benim moralim bozuk olduğunda, hep bana söylerdin. Neden kendine söyleyemiyorsun. Nereye Sakladın onları? Hangi ulaşılmaz dağların ardına attın?
Geçen gün sosyal bir hesabında yeni profil resmini gördüm. Upuzun saçlarına ve güneşe göz kırpan gülüşüne hayran kaldım. O resimde cıvıl cıvıl umutlarını resmettim. Ben biliyorum ki; Şimdi saçını kısacık kestirirmişsin ve umudunu da kestiğini bana gönderdiğin o fotoğrafta gördüm. Kadınlar ilk umudunu kesmeye saçından başlarmış. Lütfen o saçlarını tekrar uzat.
Bana bolca güzel ve umut dolu cümleler yaz diyorsun. Yazıyorum ama demek ki; benim yazdığım umut cümleleri senin yaralarını iyileştirebilmek için yeterli gelmiyor.
Sevgili Nana, bir insan ancak, kendi kendini iyileştirebilir. Kendi yarasının nerede olduğunu ancak kendi bildiği için dostum. Bu arada, moralim dibe vurduğu günlerde ‘The Daydream - I miss you’ dinliyorum diye yazmışsın. İnan senden sonra ben de dinlemeye başladım, itiraf edeyim. Belki de seni “hatırlattığı” için dinliyorum. Aynen senin gibi “melankolik” bir tınısı var.
Bana kısa kısa yazdığın hikâyelerini yollamışsın. Onları okumam için mi, yoksa beni anla demek için mi yolladın? Ben de seni anlıyorum demek isterdim ama nedense yazmaya korkuyorum. Ben umutlanacak bir adam değilim. Eskiden, akrebin canımı acıtmadığı vakitlerde, kendimi mutlu kocaman bir şehir sanırdım, ama ne yazık ki o mutlu şehirden kalıntılarla yaşamaya çalışmaktan başka bir çarem kalmadı. Benden ne köy olur ne de kasaba, ancak kendi kendime yetebiliyorum ve bu sıralarda olumlu ya da olumsuz her şeyi kabullenmeyi öğrendim. Çünkü kabullenmekten başka çarem yok. İnsan belirli bir yaştan ve olumsuz bir olaydan sonra yaşamayı yeniden keşfetmeye çalışıyor. Yaşadığın bir olumsuzluğu düşünürsen her dem, yaşamak; rapunzelin saçları gibi karmakarışık bir hal alır.
Neyse; Hikâyelerine gelince, güzel yazıyorsun ama anlamlı ve çarpıcı konuşmalar yerine, konuşmalarla dile gelmeyen, anlatının sürekliliğinde derinleşip oluşan anlamlı ve çarpıcı düşüncelerinden koy. Kişilerine akıllıca sözler söyletmekten vazgeç; akıllıca şeyleri sen bilmeli ve hikâyenin yapısında geliştirmelisin. Bu arada edebiyat; Hayatın saldırılarına karşı bir savunma şeklidir. Hayat şöyle der; Beni kandıramazsın. Senin alışkanlıklarını biliyorum, tepkilerini sezip onları seyretmekten hoşlanıyorum, doğal akışını engelleyecek kurnazlıklarla gizini açığa çıkarabiliyorum. Bunun dışında bir başka savunma gücü de, bize yeni bir sıçrama olanağı veren sessizliktir. Her şeyden önce güzel dostum; Kelimelere, ilk defa bir tene dokunur gibi dokun ve hikâyelerini öyle yaz. İşte o zaman o hazzı, o ihtirası cümlelerine yansıtabilirsin.
Keşke, ne düşündüklerini belli etmeyen yüzlerine baktığımız ve anlaşılmaz, dayanılmaz bir güce sahip olduklarını sandığımız yabancılara davrandığımız gibi davranabilseydik kendimize, diye yazmışsın. İnan ben denedim, ama olmuyor. Yine kendimle baş başa kalıp kendimi sorguluyorum ve hayatıma kaldığım yerden devam etmekten başka yol bulamıyorum.
Sevgili Nana, hayatında yalnız bir ya da iki arkadaşın olsun, herkesten çok konuştuğunu göreceksin. Ben hayata; tepeden tırnağa ona fahişe dememi sağlayacak kanıtlar aramaktan başka bir şey yapamıyorum. Hayatta hiçbir şeyi değerinden fazlasına almaya değmez. Yaşama sanatı, yalanlara inanmayı bilme sanatıdır.
Sen, bedeninle ruhun arasındaki o Araf da dönüp duruyorsun. Kendine yön verme gücünden yoksun, çelişkiler içinde yaşıyor, rotasını kaybetmiş bir gemi gibi, bir o yana bir bu yana hızla gidişini seyretmekten başka bir şey yapamıyorsun. Birçok insan umutsuzluktan öldü ve bu insanlar İsa’dan daha çok acı çektiklerine şahit oldum.
Bana yönelik olarak; ”Senden çıkarı olmayan hiç kimse kendini sana adamaz ”Evet bir çıkarım olduğu doğru, kalbinin bana ait odalarında öylece kalmak istiyorum. Eğer ki bana ayırdığın bir odan varsa?
Hayattan ve insanlardan bir şey istemekten ve istediğin şey olmadığında hayal kırıklığına uğramaktan vazgeç. Unutma! Sen her şeyden vazgeçince sana kalan en küçücük şey bile büyük önem kazanır.
Bir defa daha yazıyorum. “Kendine acı çektirmekten vazgeç” ve her şeyi oluruna bırak, içinin çıkmazlarında soluksuz kaldığını hissettiğinde çık gez dolaş. Bazen yeni yüzler görmek iyi gelebilir sana. Mesela; Saône nehir kıyısına git, su sesini çok sevdiğini biliyorum. Otur oradaki bir kafeye derin derin nehrin kokusunu çek içine. Ben, bazen öyle yapıyorum, su sesi iyi geliyor inan. Belki bir gün yolum düşerse senin yaşadığın şehre, oralarda karşılaşabiliriz seninle kim bilir.
Yaşamak, bulunduğun gerçekliğe süsler eklemekten başka bir şey değildir. Sen de kendi süslerini ekle, hadi ne duruyorsun?
Bana mektupların çok kısa diye sitem etmişsin. Benim gibi uzun uzun neden yazmıyorsun diyorsun. Aslında çok şeyler yazmak istiyorum sana ama yazamıyorum. Belki bir gün yazarım.
Anla beni lütfen!
Yine burada mektubumu bitirmek zorundayım. Yine sana yazacağım söz. Geçen mektubunda çok sevdiğin bir arkadaşından bahsetmiştin ona da selam söyle.
“Şimdilik” hoşçakal.
Sevgimle.
Dostun Dark