Savaş, ülkeler için yıkım, insanlık için felaket, askerler için ölüm, kadınlar içinse acının, çilenin her türlüsü demektir.

Ölümdür, evlât acısıdır, eş ağıdıdır, kardeş kaybıdır, yokluktur, yoksulluktur, hiç bitmeyecek bir esarettir…

Ulusal Kurtuluş Savaşımız, kahraman kadınlarımızın destansı öyküleri ile doludur.

Ama, gerisinde inanılmaz çileler, acılar vardır.
Kazanılmış en parlak zaferlerin bile arkasında bıraktığı, kan ve gözyaşından başka bir şey değildir.

Sömürme heveslerinin, hırsların, ihtirasların sonucu olduğu için, tüm savaşlara, özellikle insanlık tarihine kara birer leke olarak düşen dünya savaşlarına “paylaşım savaşları” denir.

Gözü doymaz muhteris yöneticilerin, milyonlarca insanın kanı, canı pahasına paylaştıkları savaş ganimetleri…

Yaşamı boyunca cephelerden cephelere koşmuş olan Büyük Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bunun için “vatan savunması dışında savaşın cinayet olduğunu” söyleme büyüklüğünü göstermiştir.

Onun için “yurtta barış, dünyada barış” ilkesini milletine temel doğrultu olarak bırakmıştır.

*

Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesini, ekranlarda savaş filmi izler gibi izliyoruz.

Her iki taraftan her gün yüzlerce genç asker hayatını kaybediyor.

Bombalarla, füzelerle vurulan Ukrayna kentlerinde, kadınlar, çocuklar, masum insanlar ölüyor.

Ve kadınlar, can korkusuyla, evladını, eşini, anne-babasını, bir başka yakınını kaybetme korkusuyla, yürek yangınları yaşıyor, milyarlarca dünyalının gözleri önünde…

Kimi ülkeler Rusya’ya haklılık payı çıkarmaya çalışıyor, kimi stratejik çıkarları gereği Ukrayna’nın yanında yer alıyor, Türkiyemiz, iki arada-bir derede, krizi ucuz atlatmanın ve mümkün olursa fırsata çevirmenin hesabını yapıyor…

Vicdanı olanlar, yüreğinde insan sevgisi taşıyanlar ise, çekilen acılara, ıstıraplara gözlerini dikmiş, içi sızlayarak kanlı çatışmanın bir an önce sona ermesi için dua ediyor.

*

8 Mart’ta bir kez daha Dünya Kadınlar Günü’nü kutlayacağız.

Ukraynalı kadınların acılarını, gözlerindeki korkuyu, endişeyi, çocuklarının pır pır eden yüreklerini eğer içimizde hissetmezsek, bırakalım bu “duyarlılık” pozlarını…

Daha doğrusu, bir tiyatro sahnesinden, mizansenden ibaret kalan her türlü samimiyetten uzak gösterileri bırakalım.

Kadına saygı, kadın emeğine saygı, kadın haklarına, çocuk haklarına saygı, çevreye, doğaya duyarlılık…Hak, hukuk, adalet, insan hakları, eşitlik, özgürlük…

Gördüğünüz gibi sıralamak hiç de zor değil…Lafta kaldıktan sonra…

Bütün benliğimizle inanarak ifade edebiliyor ve bu düşüncelerimizin arkasında kararlılıkla durabiliyor muyuz?

Yaşamımızın temel felsefesi veya varlık nedenimiz haline getirebiliyor muyuz tüm bunları?

İşte ona bakalım!