Geçen haftaki yazımızda da, yüreğimizi yakan orman yangınları ile ilgili acımızı ve feryadımızı dile getirmiştik.

Aradan bir hafta geçti; başka bir konuyu düşünemez haldeyiz.

Gündemimize başka konular giriyor girmesine de, beynimizin yarıdan çoğu yurdumuzun yok olan cennetleri ile dolu olduğu için, kısa sürede orman faciasına dönmek zorunda kalıyoruz.

Kaybımız da çok büyük, acımız da. Bu yüzden, kiminle konuşsak, ekran karşısında ağladığından söz ediyor.

Ağlanmayacak gibi değil ki…

*

Aslında yanan sadece Türkiye’nin ormanları da değil. AB’nin California eyaletinde orman yangını üç haftadır devam ediyor. Milyonlarca hektar alanın kül olduğu bildiriliyor.

Başta İtalya olmak üzere Avrupa’da pek çok noktada yangın var. Rusya’da, Meksika’da, Kanada, Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde yangınlar kontrol altına alınamıyor.

Şu anda kış mevsimini yaşayan Avustralya’da, önceki yaz döneminin yangın bilançosuna bakar mısınız?

Yangınlarda 34 kişi yaşamını yitirdi. Yaklaşık 3 milyar hayvanın öldüğü tahmin ediliyor. 186 bin kilometrekarelik bir alan yok oldu. Türkiye’nin yüzölçümünün 783 bin kilometrekare olduğunu düşünürseniz, Türkiye’nin dörtte birine yakın bir alanın yandığını görebilirsiniz.

*

Orman yangınlarını küresel ısınmanın tetiklediği, artık bilimsel bir gerçek olarak önümüze gelmeye başladı.

Bu konudaki bilimsel verilere baktığımızda, Türkiye’nin 1981 ilâ 2010 yılları arasındaki ilkbahar ortalama sıcaklıkları 12 santigrat derece iken, 2021 yılı ortalama sıcaklığı 13.2 dereceye ulaşmış. Örneğin Akdeniz Bölgesi’nde bu yıl ilkbahar döneminin en yüksek sıcaklığı 38.4 derece olarak ölçülmüş.

Bir diğer veri de, 1983 ilâ 2012 aralığında kuzey yarı kürede son 400 yılın en sıcak döneminin yaşandığını gösteriyor. Küresel düzeyde toprak ve okyanus sıcaklıkları ortalaması, 1880’den beri 0.85 derece artmış.

*

İklimler değişiyor ve dünya ısınıyor.

Dünyayı nasıl bir gelecek bekliyor, tahayyül etmek bile mümkün değil.

İnsanoğlunun sınırsız kâr hırsı, güzelim dünyayı yok ediyor.

*

Demek ki, önümüzdeki yıllar itibariyle daha çok orman yangınlarıyla karşılaşabileceğiz.

Belki çok daha kötülerini yaşayacağız.

Öyle olunca, alınabilecek ne tür tedbir varsa, bir tekini bile eksik etmeden hepsini almak zorundayız.

Bu işin şakaya gelir yanı yok.

*

Aslında, insanlık da tehlikenin farkında. Bu yüzden, sera gazı emisyonlarının düşürülmesini öngören Paris Anlaşması 5 Ekim 2016’da imzalanmış, küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 55’ini oluşturan en az 55 tarafın anlaşmayı onaylaması koşulu karşılanınca 4 Kasım 2016 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş.

“Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi” küresel ortalama sıcaklık artışını, sanayi öncesi seviyelerden en fazla 2 derece artış seviyesi ile sınırlı tutmayı, hatta bunu 1.5 derecede tutmak üzere çaba harcamayı öngörüyor. Bunu sağlamak için emisyonların mümkün olan en kısa sürede azaltılması, 21. yüzyılın 2. yarısına kadar salınan ve tutulan sera gazlarının dengelenmesi hedefleniyor.

*

Bu anlaşmaya ne kadar uyulacak, orası merak konusu.

Dünya elden gidiyor diye insanlık azami bir gayret içine girecek mi, yoksa her şey kaderine mi bırakılacak?

İşte bu ihtimal ürkütüyor insanı.

Gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakamayacak mıyız?

Ağaç, orman, yeşil manzara bırakamayacak mıyız?