Bilgisayarımı karıştırırken ‘ben'lerle karşılaştım. Uzun uzun baktım hangisinde gerçek ‘ben'ler var diye.
Oysa ki insan göründüğü kadardır. Göründüğüm kadar mıydım? Yoksa görünemedim kadar mı? Yazdığım kadar mıydım? Yoksa yazmadıklarıma mı saklanmıştım?
“Çekiyorum” dedi.
“Gülümsedim”
Belki de çekerken komik hareketler yaptı. Gülümsememek için kendimi zor tuttum, hatırlamıyorum. Neden insan hatırlamak istediklerini hatırlayamaz, unutmak istediklerini unutamaz? Bilmiyorum. Bilmediğim o kadar çok şeyler var ki, hangisinden başlamalı?
Belki de sadece “çekiyorum “dedi.
Ben de içimde saklanan gülücüklere sarıldım.
İnsan gülünce içinin depremleri dışına taşamıyor. Belki de öyle bir gündü, kadraja yansımasın diye sakladım.
Andre Gide’nin dediği gibi belki de;
“Yaşamda hiçbir şey çözülmez, her şey sürer. Belirsizlik içinde kalır insan; sonuna kadar da neye dayanacağını bilemeden öyle kalacaktır.
Bu arada, hiçbir şey olmamışçasına yaşam sürüp gider.
Buna da razı olur insan, her şeye razı olduğu gibi.”
Hiçbir şey bilmiyorum.
Belki de “çekiyorum gülümse” dedi.
“Gülümsedim.”
“Ben nerede değilsem orada mutlu olacakmışım gibi gelir" diyor Baudelaire.
Belki de o anda olmak istemedim. O fotoğraf karesiyle başka bir boyuta geçmek nasıl olur, onu denemek istedim. Becerebildim mi? Belki…
Fay Weldon diyor ya “İnsanlar gerçeğin kesin, tam ve sınırlı olmasını isterler. Oysa gerçek daha çok, adım adım tırmanılması gereken bir dağdır. Dağın doruğu bulutların arasındadır, çok seyrek olarak görülebilir ve asla ulaşılamaz, hiçbir zaman da ulaşılamamıştır; üstelik bu dağın, bizim algıladığımız görünümü, hangi aşamada durduğumuza ve şu kadarcık tırmanabilmek için bile ne denli yorulmuş olduğumuza bağlıdır.
Sahi gerçek ne?
Elinle dokunabilir misin?
Dokunduğunda elini yakar mı?
Öpebilir misin?
Öpünce dudaklarını kanatır mı?
Seversen tenini acıtır mı?
Belki de “gülümsüyorum beni çek” dedim.
“Gülümsedim.”