Üretmeden tüketme alışkanlığımızı yenemiyoruz.

Miskinlik, uyuşukluk genlerimize işlemiş durumda.

Ve güdülme duygusu…

En kötü huyumuz da bu işte.

Kendimize güvenimiz yok. İstiyoruz ki bizi yönlendiren biri ya da birileri olsun.

Şeyhimiz, şıhımız, ağamız, beyimiz olsun. Şu ya da bu tarikatın ya da cemeatın içinde olayım.

O ya da onlar ne derselerse, onu yapayım.

Otur desinler; oturayım. Kalk desinler kalkayım. Hangi partiyi işaret ederlerse, o partiye oy vereyim.

Hal böyle olunca da; burnumuz pislikten kurtulmuyor.

Bakın Nazım Hikmet (tarafımdan düz yazı haline getirilen) konuya ilişkin şiirinde ne diyor. (Ayraç içindeki sözcükler, anlam bütünlüğü sağlamak için tarafımdan eklenmiştir)

“Akrep gibisin kardeşim; akrep gibi, korkak bir karanlığın içindesin…

Serçe gibisin kardeşim; (ürkek bir) serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim; midye gibi kapalı ve rahat(sın).
Ve sönmüş bir yanardağ(ın) ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil, beş değil(siniz ki); ne yazık ki, milyonlarcasın(ız) …
Koyun gibisin kardeşim; gocuklu celep sopasını kaldırınca; (anında) sürüye katılıveriyorsun…
Ve (dahası) âdeta mağrur, koşuveriyorsun (hemen) kesimhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlûkusun (vallahi) …

Hani şu deryanın içinde olup; (yaşadığı) deryayı bilmeyen balıktan (bile) tuhafsın…
(Demem o ki, bize yaşatılan ve yaşadığımız bu zulümlerin tümü) senin yüzünden kardeşim.
(Eğer biz, hep birlikte) açsak, yorgunsak, alkan içindeysek ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak;
Kabahat senin, - demeye de dilim varmıyor ama - kabahatin çoğu senin be canım kardeşim! ”

… …

Her şeyin özeti bu şiir işte…

Büyümek, gelişmek, çağı yakalamak için her tür zemin varken; bize takoz olan birileri, hep oluyor.

O birileri ya din kisveli tarikatlar ya da cemaatler olarak karşımıza çıkıyor.

Ve hep bu takozlara takılıyoruz.

Oysa kalkınma adına, çağı yakalma adına, muasır devletler düzeyine ulaşma adına her tür kaynak, her tür potasiyel var bu topraklarda.

Tarımın cenneti bu topraklar… At tohumu, anında yeşersin…

Ülkenin dört bir yanında onlarca maden türü var.

Bor madeninin en büyük yatağı bu topraklarda.

Üç bir yanı denizlerle çevrili bu topraklar, dünya insanlığının ilk yerleşim merkezlerinden biri.

İşte (şimdilik) Dünya’nın ilk yerleşim merkezi olarak kabul edilen, 12.000 yıllık geçmişe sahip, Göbeklitepe…

İşte Nuh’un gemisinin indiği Ağrı Dağı…

İşte Gurgular, Hilakkular, Karkamışlar,Tunnalar…

İşte İyon, Lidya, Frigyalılar, Urartular…

İşte 10.000 yıllık geçmişe sahip Çatalhöyük’e 9 Km mesafede Boncuklu Höyük…

İşte Hatti, Hitit kalıntıları…

İşte 9.000 yıllık geçmişe sahip yerleşim merkezlerinden Çatalhöyük…

İşte Bizans, Selçuklu kalıntıları…

İncil’deki 7 kilisesinin, yedisi de Dünya turizminin cenneti bu topraklarda…

Karsa kar, güneşse güneş, doğaysa doğa… ne ararsan, ne istersen hepsi var bu topraklarda.

Bu topraklarda aç kalmak, cahil kalmak, yoksul kalmak, kör kalmak mümkün değil ama ne yazık ki, YOKSULUZ, halkımızn yarıya yakını da AÇLIK SINIRINDA…

Neden?

Çünkü Arap Kültürünü(!) İslamiyet sandığımız için; HURAFELERDEN, MİSKİNLİKTEN ve UYUŞUKLUKTAN kurtaramıyoruz kendimizi.

EĞİTİMSİZİZ çünkü…

Çünkü üretime yönelik alanlara değil; üretim dışı, bilim dışı, fen dışı alanlara yatırım yapıyoruz.

KÖRÜZ çünkü!

Hurafelerin dumura uğrattığı beyinlerimiz, hurafe dışında başka bir şeye basmıyor çünkü…

Ve…

Ve (Nazım Hikmet gibi benim de söylemeye dilim varmıyor ama) HAİNİZ!

Yaşadığımız bu toprakların hakkını ver(e)meyerek; bu topraklara da, atalarımıza da, insanlarımıza da İHANET EDİYORUZ…

Dahası, bu ihaneti de meziyet sanıyoruz.