Türkiye Erzincan’ının, İliç ilçesindeki maden faciasının meydana geldiği 13 Şubat’tan bu yana bu konuyu konuşuyor, tartışıyor. Nedir bu başımıza gelen? Biz bu işten ne kâr ediyoruz?

Gözüken, 9 işçimiz siyanürlü toprak altında kaldı. Bir hafta geçti henüz hiçbir haber yok. Kurtulmalarını diliyoruz, fakat umutlar tükeniyor. Kısacası can kaybı bizimdir.

Erzincan’ın havası bir başka, suyu bir başka zümrüt gibi güzelim dağları, binlerce ton siyanürle zehirlendi. Zehirlenen topraklar bizim, zehirli toprak bin yılda kendine gelemiyor. Yok olan tarım alanları bizim. Yok, olan çevre dengesi bizim.

Siyanür toprağa, topraktan suya karışıyor, yeraltı sularımız zehirleniyor. Bu suyu bu ülkenin insanı içiyor. Hayvanları içiyor, kurdu kuşu içiyor, börtü böceği içiyor. Sonuçta zehirlenen bizim ülkemizin canlı varlıkları. Hatta su ve hava yolu ile bölge ülkeleri de tehdit ediliyor.

Toprağı zehirlemek için o kadar çok siyanür kullanıyorlar ki, siyanür havuzları yetmiyor. Toprak siyanüre doymuş. Bu defa da gökyüzüne püskürtüyorlar. Açıktan doğaya salıyorlar. Atmosferi zehirliyorlar, atmosfer bizim, zehirlenen hava bizim. O havayı biz soluyoruz. Sonra o havaya salınan zehirli gazlar, yağan yağmurla birlikte, asit yağmuru olarak bizim sebze, meyve ve ağaçlarımızın üzerine yağıyor. O meyve ve sebzeyi biz tüketiyoruz. Bölgede kaç kişinin kanser hastalığına yakalandığının açık bir istatistiki verisi yok.

Sonra toprağımızın bağrından, adeta kanı şırınga ile alınır gibi sökülüp alınan altın madenleri de bizim. Çıkarılan 10 bin kilo altının sadece 90 kilosu bize veriliyor. 9910 kilo altını Kanada şirketi alıp götürüyor. Yani deve yabancıya, tüy bize. Aklımızla bin yaşayalım!

Dahası var, bunlar az gelmiş olacak ki bu şirketin bir de 7 milyon 200 bin dolarlık vergi borcunu sildiler. Onu da ÖTV vergisini ödeyen Türk Halkına yıktılar, ikinci defa vergi aldılar ya, bu nedenle yurdum insanı, askıda ekmek gerçeği ile bu iktidar döneminde tanıştı.

Tonlarca altın emperyalistlere giderken, zehirli toprak dağları, zehirli hava, su, zehirlenmiş atmosfer bize kaldı. Bir de toprak altındaki işçiler…

Çiçek bizim, arı bizim, bal bizim, yiyen emperyalist ülkeler. Bizim yerli işbirlikçiler, bal kovanının dibindeki bulaşıkları yalayacak diye, bu ülke böylesine peşkeş çekiliyor emperyalistlere. Bunun canlı örneği Anagold ve Çalık Holding ortaklığıdır. İzin imzalarını atan ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Murat Kurum’dur.

Cumhuriyet kurulalı maden arama ruhsatı 1100 adeti geçmezken sadece AKP iktidarında 386 bin maden arama ruhsatı veriliyor.

Sömürge tipi arama yapılan her maden ocağı, bir Çernobil demektir. Türkiye’de kaç Çernobil yaratılmak istendiğini siz hesaplayın. İşin ilginç yanı Kanadalı şirketin bayrağı ağaç yaprağıdır. Bu ülkede dal kesmek bile suç, o derece önem veriliyor, ağacı bayraklaştırmışlar. Fakat bizim zehirlenen topraklarımızda bin yıl ot bile bitmeyecek.

İlkokulda öğretmenlerimiz bizim zekâmızı ölçmek için zekâ düzeyimize göre bir soru sorardı. “Günde 10 litre süt ve 5 kilo dışkı (gübre) veren bir ineğimiz var. İneğin ön ayakları baş kısmı Türkiye’de, otu Türkiye’den yiyor, suyu Türkiye’den içiyor. İneğin arka ayakları yarıdan gerisi ve haliyle memesi yabancı ülkede Türkiye bu inekten 10 günde kaç litre süt ve kaç kilo gübre alır.” Öğretmenim hem çok basit, hem çok zor bu soruyu, bir de iktidara sorsa.

Toplama, çıkarma yapmayı biliyorsanız sahi bizim bu işten kârımız nedir? İnekten kaç litre süt, kaç kilo gübre alırız?