Kuruluşundan 82 yıl geçti, kapatılışından 68 yıl. Ama unutulmadı.

Ve onlar için övgüler de oldu sövgüler de oldu.

Ama onlar, ilk kez Anadolu gerçeğinden doğan, milletin sinesinde can bulan, UNESCO'nun örnek olarak önerdiği bozkırda yakılan bir ateş idi.

Hedefinde 600 yıllık ümmet kültürünü yıkmak vardı.

Hedefinde Cumhuriyeti kırlara taşımak, aydınlanmanın ateşini yakmak vardı.

Ve de ömrü kısa, etkisi büyük olan bu kurumlar, Cumhuriyet’in eğitim dünyasında rüzgârı devam eden bir efsane oldu.

* * *

Köy Enstitülerinin kapatılması, Cumhuriyet tarihinde önemli bir kırılma yarattı.

1947’den itibaren yerini İmam-Hatipler almaya başladı.

Köy Enstitüleri ile İmam-Hatipler karşı karşıya getirildi.

Ve de bu okullar, bir okul olmanın ötesinde farklı misyon yüklenir, farklı kimlikleri temsil eder göründü.

Çünkü Köy Enstitüleri Cumhuriyet’i, İmam-Hatipler Siyasal İslam’ı temsil eder olmuştu.

İşte o günden başlayarak toplum, cumhuriyetçi ve muhafazakâr olarak ikiye bölündü.

O günden başlayarak siyasal ve toplumsal kavga, bu eksen üzerinde inşa edildi.

Ve de o günden başlayarak bu kavga, zamana göre değişen siyasi kimliklerle, günümüze kadar devam etti ve de halen etmekte.

* * *

Enstitülerde eğitim ortamı, komünal bir ortam idi…

Yaparak, yaşayarak, üreterek eğitim veren bu kurumlar, 17 Nisan 1940’da kurulmaya başlanmış, Anadolu bozkırına özenle serpiştirilmişti.

Ve Anadolu 21 bölgeye ayrılmış, 21 Köy Enstitüsü kurulmuştu.

Çünkü o gün Türkiye nüfusu 17 milyondu. Bunun 14 milyonu köylerde, diğer bir ifadeyle % 82’si kırlarda yaşıyordu.

Okuryazarlık oranı kentte % 20 idi, kırda % 10 bile değildi. Kadınlarda ise % 3-4 idi.

Yani Anadolu kırları okumak, Anadolu kırları okutulmak isteniyordu.

Ama korunamadı bu kurumlar.

Çünkü soğuk savaş döneminin siyasal konjonktürüne uygun görülmemişti.

Çünkü Türkiye, Atlantik ötesine yakınlaşma sürecine girmişti.

* * *

Bu yakınlaşma, ABD ile 1939’da yapılan imtiyaz anlaşmasıyla başlamıştı.

Ve 1945’ten sonra da Batı Bloku içinde görünmüş, ABD’nin, “yeşil kuşak” projesine teslim olunmuştu.

Türkiye siyaseti ABD tarafından teslim alınmış, ikili anlaşmalar yapılmaya, Anadolu toprakları ABD üsleriyle doldurulmaya başlanmıştı.

Ve onlara göre Anadolu’da, kurucu değerlerle donatılmış bir uyanışın önü kesilmeli, toplumsal uyanışı tetikler görülen Köy Enstitüleri kapatılmalıydı.

Öyle de oldu…

1946’da düğmeye basıldı. Özellikle toprak ağaları ileri sürüldü.

Öncelikle kurumun mimarları Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç görevden alındı.

Yetmedi, enstitü müdürleri değiştirildi.

Yetmedi, öğretmenler değiştirildi.

Yetmedi, büyük bir karalama kampanyası başlatıldı. Meclis içinde ve dışında ağır suçlamalar yapıldı.

“Komünist yetiştiriliyor” denildi.

“Dinsizlik öğretiliyor” denildi.

“Ahlaksızlık yuvası” denildi.

“Köylüyü ağalara kışkırtacaklar” denildi.

Ve de “Devlete başkaldıracaklar” denildi.

Sonuçta 17 Nisan 1940'ta başlayan bu kuruluşların, 1946'dan itibaren içi boşaltıldı, heyecanı söndürüldü, 1954'te tabelası indirildi.

* * *

Korunmadı, korunamadı bu kurumlar.

Bu ülkenin kurucuları, o günün yöneticileri koruyamadılar bu kurumları.

Toprak ağalarına direnemediler.

Batılı küresel güçlere “hayır” diyemediler.

savaşın söylemleriyle o kurumların tahrip edilmesine ses çıkarmadılar.

Sonuçta aydınlanmanın ve sosyal uyanışın karşısındaki irade, Köy Enstitüleri'nin arkasındaki iradeye galip geldi ve Köy Enstitüleri kapatıldı.

Ama ömrü kısa olan, rüzgârı bugün de yaşayan bu kurumlar, Türkiye eğitim tarihinde bir efsane olarak kaldı.

Ve de bu toplumun aydınlanma sürecinde büyük harcı olan, UNESCO tarafından dünya eğitim sistemine örnek gösterilen Köy Enstitülerini anmak bir vefa borcumuz oldu.