Bahri Güven öğretmen kökenli yazarlarımızdan. 1941 Çorum doğumlu. Ankara Atatürk Öğretmen Okulu, daha sonra da Eğitim Yüksekokulunu bitiriyor. 1966’da başladığı öğretmenlik görevinden 1988’de emekli oluyor.

İki erkek bir kız çocuğu babası olan yazar, daha çok anı, öykü, roman türünde eserler yazıyor. Yazmayı “yaşamak” olarak ilke edinen yazarın Zakkum Çiçeği, Sevgi Yumağı, Geri Dönüşü Olmayan Yol, Yaşayan Efsane Dr. Rıfat Patır, Ağaoğlu ve Köyden İnsan Manzaraları, Bir Kıbrıs ki, Bitmeyen Dostluk, Kasa Soygunu gibi eserleri mevcut.

Yazarın Kasa Soygunu adlı öykü kitabını okuyorum.

Cumhuriyet dönemi, Türk öykü yazarları Halide Edip, Yakup Kadri, Reşat Nuri ile başlayarak günümüze kadar, yüzlerce öykü yazarı yetiştirmiştir. Gerçekten kayda değer nitelikli öykü yazarlarımız vardır. Gerek ulusal, gerekse uluslararası nitelikli yazarlarımız, öykü yazınına renk katmıştır.

Bizim bu yazımızda genel anlamda detaya girme olanağımız yoktur. Şu kadarını söyleyelim ki, Sebahattin Ali, Yaşar Kemal, Orhan Kemal gibi yazın ustalarımız, özünü yaşanmış gerçeklerden alan ve daha çok toplumun ezilen sömürülen, işçilerini, köylülerini konu alan eserler vermiştir. Kendi alanlarında önemli bir çığır açmışlardır. Bir de köyü ve köylüyü tam anlamıyla ele alan yazın ustalarımız vardır ki, başta Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Ümit Kaftancıoğlu, Mehmet Başaran ve Köy Enstitüsü çıkışlı diğer yazarlarımız... Yazın hayatına yeni bir renk ve ses getirmişlerdir.

Değerli yazarımız Bahri Güven de bu geleneğin temsilcilerinden desem yalan olmaz. Örneğin yazarın Menşure’nin Dramı’nı okurken, Fakir Baykurt’un Tırpan’ını anımsıyorsunuz. Dürü kızla, Menşure’nin dramı aynı. Ellerine sağlık, yazarlarımız iradesi dışında kız verme olayını tüm insani, tüm uygar, tüm gerçekçi boyutları ile anlattılar. Yazarımız Bahri Güven de bu gerçeğin temsilcilerinden.

Arabacı Sarı adlı öyküde insanın doğayla amansız uğraşını anlatıyor. O zaman Kızılırmak üzerinden salla geçiliyordu, Kızılırmak cana doymamıştı, her yıl onca insan, gelin, kız ve onca hayvanı alıp götürürdü. Şimdi o saniyeler içinde geçtiğimiz ırmağın karşısını, Bahri Güven’in Arabacı Sarı’sını okuyunca anlıyorsunuz ne büyük nimet olduğunu. Ne demişti Veysel Baba Kızılırmak için; Genç de yersin goca yersin/ Gündüz yersin gece yersin /Hakim benden sormaz dersin/ Kızılırmak seni seni

Yalnız Sayın Hocam Arabacı Sarı’nın Kızılırmak’tan geçmeden önce Harami Ovası’nda bizim Evci Çeşme veya diğer adı Çerçi Oluğu, bir başka şekilde de Nuriye Cemal Çeşmesi olarak bildiğimiz çeşme başında bir yemek yemiş olmaları. Bu çeşmenin adının da Çırçır Çeşmesi olarak geçmesi öyküde. Öyle sanıyorum bu bir yanlış algılama veya ses benzerliği olsa gerek. Ancak bu çeşme ve tarihi hakkında daha geniş bir araştırma yapmamı ve ilginç öyküleri yazmamı tetikledi. Bahri Güven Hocamız, çeşmenin yapım tarihi 25 Nisan olduğu için aynı gün bu sayfalarda yayınlamayı arzu ediyorum. Çeşmenin sadece kırk yılı aşkın başta beş köyü bazen de yedi köyü suyu ile beslediğini belirtmeliyim şimdilik.

Genç Öğretmene Verilen Ders adlı öyküde ise adeta sarsıldığımı belirteyim. Belki benim de birebir yaşadığım, içinde olduğum ortamları anlatmasındandır. Dedesli Ovası’nda bir köyde ilk öğretmenlik günlerini köylüyle olan iletişimleri anlatıyor. Keşke köyün adını da yazsaydı. Ben de zorunlu olarak yazamayacağım. Yazar ders vermeye gittiği köyde, nur yüzlü yaşlı bir bayandan yaşam felsefesi olarak ilk dersi aldığını söylüyor. Güzel ve akıcı Türkçesi ile anlatıyor öyküyü. Öyküde köylülerin kendi imkanı ile yaptığı okulda, araç gereç yok, masa, sıra, sandalye yok. Yaşadığı güçlükleri anlatıyor. Okul yok ki lojmanı olsun. Muhtarın evinde yatıp kalkıyor. Başta muhtar ve köylünün öğretmenine kucak açtığını, yeter ki çocuklarımız okusun diye fedakarlıklarını anlatıyor. 1960’lı yıllarda okul ve eğitim durumudur anlatılan. Yazar nur yüzlü bayanın kendisine bir sözcükle müthiş bir ders verdiğini, hazır cevaplığını Anadolu insanının ‘kitapsız öğrenen’ bilgeliğini anlatıyor. Kısaca köylü deyip geçmeyelim ‘onlar ne çarıklı erkanı harptir’ bir görsen demek istiyor. Ne demişti büyük ozan Nazım Hikmet onlar için; ‘’Topraktan öğrenip /kitapsız bilendir. /Hoca Nasreddin gibi ağlayan /Bayburtlu Zihni gibi gülendir. /Ferhad'dır /Kerem'dir /ve Keloğlan'dır.’’

Kitap birbirinden güzel öykülerle devam ediyor. Daha çok geçmişte yaşananlardan derlenmiş öyküler. Geçmişi bilmezsek geleceğe nasıl yürüyeceğiz ki. Tarih gelecekte önümüze tutulmuş bir projektördür. Yarın Türk köylüsünü eğitimini ve dramını merak edenler bu yaşanmış eserlere ve yazarlara bakacaklardır.

Besmat Basımevi tarafından basılan kitap 2017 yılında okuyucu ile buluşmuş. On Öyküden oluşan kitap 111 sayfa, Kitap adını Kasa Soygunu adlı Öyküden alıyor. Üç kafadar ilk tanıştıkları yer asker ocağı, Ökkeş (Adana’lı), Gani (Diyarbakır’lı), Bayram (İzmir/Kadifekale’li), Yazarın deyimi ile ‘’üçünün de boz bulanık ve uçuk’’ hayalleri var. Askere gelmeden de sicilleri pek temiz değil. Askerden sonra birlikte bir soygun yaparak, hayallerindeki mutlu yaşamı yakalamayı düşlüyorlar. Askerlik sonrası yine bir araya gelerek, gerçekten de kurdukları hayali gerçekleştirerek ve planlayarak bir kuyumcu soygunu gerçekleştiriyorlar. Bir yıl sonra Gani Adana pavyonlarında bol para harcamasıyla polisin dikkatini çekiyor. Polisin sorgulaması sonucu bülbül gibi ötüyor. Diğer ortakları Ökkeş ve Bayram’ı ele vererek, temeli haksız ve hırsızlık olan kazancın sonu mahpusla bitiyor. Yazar olayı enine boyuna dinliyor, gerçek olduğu ve yaşandığı şekliyle kaleme alıyor. Okurken adeta bir polisiye roman heyecanına kapılıyorsunuz ve öykü o heyecanla bir çırpıda bitiyor. Yazar aynı zamanda ders veriyor. Haksızlığın, hırsızlığın sonu mahpushanede biter.

Yazar tüm öykülerinde Anadolu insanının umutlarını, geleneklerini, geleceğe dönük hayallerini, doğayla olan uğraşını vermeye çalışıyor. Değişik konuları ele aldığı öykülerinde gözlemci gerçekçiliği tercih ediyor. Öyküler için bir genelleme yaparsak, yazarın gelenekleri, halk arasındaki inanışları, köylü yaşayışını ayrıntılı bir biçimde yansıttığını söyleyebiliriz.

Eline diline yüreğine sağlık Bahri Güven Hocam, ülkenin sizlere duygulu ve duyarlı yazın ustalarına gereksinimi var. Yoksa kim konuşturacak bilge köylümüzü, kim konuşturacak Kızılırmağı? Kim gözü, kulağı ve sesi olacak bu halkın, bu ülkenin?