Trakai, bir göl köyüdür.
Nerede olduğunu biliyor musunuz?
??!!...
Bu yazıyı kaleme alana kadar nerede olduğunu ben de bilmiyordum; daha da ilginci hiç duymamıştım.
Bir rastlantı sonucu bir WhatsApp Grubunda okumasam hiç bilgim ve haberim olmayacaktı.
İşte bizim, soyumuzla ilgili bilgi dağarcığımız bu kadar!
Arap’ın yedi meşrebini, onların yerlerini yurtlarını biliriz amma kendi soydaşlarımızı onların yurtlarını bilmeyiz.
Hoş Türk müyüz, yoksa Arap mı onu da bilmeyiz!
Bu gibi yazıları yazarken sinir sistemimin bozulmadığı, yüzümün kızarmadığı an hiç olmadı!
Bilgimiz çok az ve hiç de umursamıyoruz!
Artık cahilliğimizden, cehaletimizden utanmıyoruz çünkü utanç duygumuzu da yitirdik ne yazık ki…
Neyse biz konumuza dönelim.
Trakai 7-8 bin nüfusa sahip bir göl köyü imiş.
Ve bu yer Litvanya’da bulunmaktaymış.
Ben bakıp, buldum.
Siz de bir bakın lütfen.
Baktığınızda Türk ve Müslüman dünyasıyla hiç ilgisi olmayan bir coğrafyada olduğunu göreceksiniz.
Bu coğrafyada yaklaşık altı yüz yıldır yaşayan, Musevi inancından olan (Yahudi değil) Karay Türkleri yaşamaktadır.
Büyük Litvanya Kralı Vytautas, Kuman soyundan gelen Kırım Türklerine toprak vererek, onları bu bölgeye yerleştirmiş.
Buraya yerleşen Karay Halkı o günden bugüne kültürünü, dilini ve kendine has yaşantısını sürdürmeye ve o bölgede asırlarca yaşamaya devam etmişlerdir.
Bu tarihsel süreç içinde ne Osmanlı’nın, ne de başkalarının bunlardan haberi olmamış.
Ufak bir topluluk, uzak bir coğrafya...
Eee, haliyle kimsenin umurunda değiller.
Ta ki Prof. Oktay Sinanoğlu 1970'lerde Atom fiziğiyle alakalı bir toplantı için Litvanya'ya gidene kadar!
Toplantı sonrası Sinanoğlu'nun arkadaşı olan Profesör Yutsis, kendisini, ilgisini çeker diye Trakai'ye götürüyor.
Harika bir yer ve tarihi binalar...
Sinanoğlu hayran kalıyor oraya.
Orada köyün ihtiyar meclisinin başı olan aksakallı bir adamla tanışıyor ve köy hakkında konuşmaya başlıyorlar.
Uzun uzun konuşup, söyleşiyorlar; hem de Türkçe.
O Aksakallı, Sinanoğlu'na bakın neler söylemiş:
"Atatürk'ümüz zamanında Türkiye'den O'nun gönderdiği elçiler buraya gelir; bize Türkçe dergiler, kitaplar getirirdi. Atatürk vefat etti, Türkiye'den ses seda kesildi. Tamam o rahmetli oldu da size ne oldu?"
… …
Düşünebiliyor musunuz?
Hem onca savaşın içinde olacaksın, o cephe bu cephe demeden cepheden cepheye koşacaksın. Her şeyiyle bölünüp, parçalanmış; bitmiş, tükenmiş bir ülkeyi yeniden yaratacaksın, böyle bir ülkeyi kalkındırmak için onca kurumu kuracaksın, 20. asrın gelişmiş medeniyetine bir an evvel ulaşabilmemiz için ileri hamlelerini zamanımızın hız kavramının üstünde yapmak için çaba sarfedeceksin ve bir de dünyanın neresinde olursa olsun, ırkını yalnız bırakmamak için onlara da ulaşacaksın!
Bir an insanın içinden "Yok be!" demek geliyor değil mi?
Sizi bilmem ama böyle dedim, böyle diyorum.
Atatürk olmak kolay değil, derken kastım budur.
İşte onun için Mustafa Kemal’e, Ulu Önder Büyük Atatürk deniyor.
İşte O, onun için yüz yılın lideri oluyor.
İşte onun için savaştığımız düşmanlar bile ona hayran oluyor!
İşte onun için O’nun önünde saygıyla eğiliyorlar!
İşte onun için Kurtuluş Savaşımız tüm dünyaya örnek oluyor!
… …
İşte böyle zamanlarda, sinirlerim boşalıyor, haykırmak geliyor içimden.
"Atatürk ölünce, hepimiz, tüm Türkler uyudu. Atatürk ölünce, Türk ırkı kendini unuttu.
Şunu bir kez daha anladım ki Atatürk üstün zekâsı ve enerjisiyle Türk'ü ve Türklüğü en yüksek yere çıkarmayı kendine görev edinmiş, Türk'e ve Türklüğe aşık bir insandı.
Erken aramızdan ayrıldı.
Atatürk ölünce, devşirmeler türedi.
Atatürk ölünce hainler, nankörler türedi.
Atatürk ölünce, ülke hızla geriye gitmeye başladı.
Atatürk ölünce, hep birlikte uyumayı seçtik, hâlâ da uyuyoruz.
Dini İslam diye, kendini Arap sananların esiri olduk, soyumuzu, sopumuzu unuttuk.
Türk’üz biz Türk.
Arapçılarla, gericilerle işbirliği yapıp “Türkçülük” taslayanlar gibi değil; ATALARIMIZLA GURUR DUYAN, SOYDAŞLARINI ARAYIP BULAN, ÖZÜMÜZLE, SÖZÜMÜZLE, YURTSEVERLİĞİMİZLE, İNSANSEVERLİĞİMİZLE TÜRKOĞLU TÜRKÜZ BİZ…