PAYLAŞIM ETİĞİ

Abone Ol

Hatırlar mısınız bilmem, eskiden kurulu bir sofraya denk geldiğinde önceden ne yediğimizi söylemek sanki ayıpmış gibi saklanılan bir şeydi.

“Ne yedin de nazlanıp duruyorsun; otur iki lokma ye!" diye ısrarla davet edildiğimizde; "Yedim işte bir şeyler size afiyet olsun!" deyip üzerini kapatırdık. Ayrıca, insanlar yediğinden söz etmek zorunda kaldığında da; "ayıptır söylemesi" diye söze başlardı. Belki de atalarımız “hayvani bir duyguyu tatmin etmiş olmak” felsefesi üzerinden gitmiş olacaklar ki, ahlak kavramını buraya sokuşturup yediğini gizlemeyi gelenek haline getirmişlerdi.

Gelelim günümüze… Peşi peşine ortaya çıkan WhatsApp, İnstagram, Facebook, TikTok, vb. daha aklıma gelmeyenlerle birlikte topluca “SOSYAL İLETİŞİM KANALLARI” adıyla adlandırılan ve mal bulmuş mağribi gibi hepsine de dört elle sarılıp yüklediğimiz programlar hayatımıza girdiğinden beri, her şeyde olduğu gibi yemek yeme adabının da ayarını kaçırdık. İnsanlarımız boğazından geçen bir damla suyu bile paylaşıp herkese ilan etmekten büyük haz duyuyorlar. Kimin nerede bir fincan ikisi bir arada yapay kahve içtiğinden ya da peynirli bilmem ne yediğinden cümle âlem hepimizin hem de anında haberimiz oluyor.

İçlerinde öyle komik olanlar var ki, normal bir insanın böyle bir paylaşımı nasıl yapabildiğini aklınız almıyor. Adam pantolonu çıkardığı gibi bacağındaki paçasıyla topuklarını geçmeyen derinlikteki bir suda o haşmetli göbeği ada gibi suyun yüzünde kalarak çimmeye çabaladığının paylaşımını yapmış. Garibim öyle de güzel sırıtıyor ki, sanırsınız Havai plajlarında güneşleniyor! Bunun adına da “sunum” demiş. Güler misiniz, ağlar mısınız?

Bir diğeri daha da ironik. Yeni aldığı dijital kol saatinin sudan etkilenmediğini herkeslere göstermek için sadece saatin takılı olduğu kolunun fotoğrafıyla sunum(!) yapmış. Öyle ki, saatin markası bile okunuyor. Alttaki yorumlara gelince, orası daha da Çarşamba pazarı gibi. Ne ararsan var. “Vay koçum, ne güzel saat almışsın.” dan tutun da, fiyatını soranlardan geçilmiyor. Garibimin biri de “Hayatta şöyle bir saat alamadım da ona yanıyorum.” demiş. Acıdım zavallıya..!

Aynanın önünde kolundaki kaslarını şişirdikten sonra bunu çekip paylaşan pazı güzeli vücutçumuzun sunumuna yapılan yorumları ise hiç sormayın. “Şöyle bir pazım olsun, bi milyon borcum olsun”dan tutun da, “Herkül gibi adamsın, kızlar görürse bayılıp düşer” diyenlerden geçilmiyor. Kısacasını atalarımız ne güzel söylemiş: “Böyle başa, böyle tarak.” Paylaşanla yorum yapan aynı fabrikanın imalatı.

“Peki ama neden böyle yapıyorlar?” sorusunun yanıtına gelince; acaba diyorum, tüm telaşları kendilerinde görüp fark ettikleri bir eksikliği bu yolla kapatma uğraşı mı yoksa? Yani, ruhlarındaki boşluğu doyurma telaşı mı? Onaylanmadan, takdir görmeden, değerli olduğu hissettirilmeden geçirilen bir çocukluğun dışa vurumu mu?

Paylaşımı yapılarak kör boğazdan geçen bir porsiyon “kebap salata” değil de, "Bakın ben değerli ve özelim. Ne olur artık beni fark edin ve sevin!" mesajının beyinden gelen iletişim kanallarında dönüşüme uğramış şekli mi o sunum tabağına koyulan? Ya da o ünlü restoranda gitme nedeni meşhur salatayı yeme isteği değil de, topluma "Çalıştı ve zengin oldu; artık parası da var. Adam olamaz demişlerdi, bak gördün mü çocuğu!" dedirtebilmek mi? Zamanında sevilip sayılmamış her çocuk yanımızı, ağzımızda sertçe çiğnediğimiz lokmalardan çıkarıyor olabilir miyiz?

Ancak ne yaparsak yapalım faydasız değil mi? O sevgisiz ve takdirsiz geçen çocukluğumuz yine de doymuyor. Onu daha doğrusu eksik kalan egomuzu doyuracak şeyi bir türlü bulamıyoruz. Her şeyimiz var ve bunu cümle âleme ilan etmekten geri durmuyoruz ama o zamanında başı okşanmayan çocuk hala yakınlarından bir takdir ve “aferim” bekliyor. Hala bir umudu var sevileceğine dair.

Kısacası, aslında paylaştığı şey sunumu değil, "Beni de severler mi?" umudu!

DÜŞÜNEN SÖZLER:

· Ve bir gün herkes anlar sevginin kıymetini. Ama gidince, ama bitince, ama ölünce. Kısaca iş işten geçince. LİVA

· Aptal katıra binince beğ oldum sanır, şalgam da aşa girince yağ oldum zanneder. ATASÖZÜ

· Çocuk donmamış beton gibidir. Üzerine ne düşerse izi kalır. HAİM JİNOTT

· Çocuklarınızı kuzu gibi büyütmeyiniz ki, ileride koyun gibi güdülmesinler. SADİ SİRAZİ

· Bir gün insanlar rüzgâr, dalga, yerçekimi gücüne hâkim olduktan sonra sevginin enerjisini keşfedecek, işte o gün insanlar ateşi ikinci kez keşfetmiş olacaklar. T. DE CHARDİN

Çocuklarınızı zengin olmaları için eğitmeyin; mutlu olmaları için eğitin. Böylece yetişkin olduklarında eşyaların fiyatını değil, değerini bilirler. NAVAL TATA