PAPA ZİYARETİ: DİPLOMASİ Mİ, KÜRESEL SATRANÇ MI?

Abone Ol

Papa 14. Leo’nun Türkiye ziyareti sona erdi; ancak yankıları uzun süre gündemde kalacak gibi görünüyor. Bu ziyarette diplomasiyle dinin, inançla siyasetin, kültürle güç hesaplarının nasıl iç içe geçtiğini açıkça gördük. Üç günlük gezi bir kez daha gösterdi ki Anadolu’da atılan her adım, bin yıllık bir arşivin sayfaları arasında dolaştırıyor bizi.

Bu topraklar 35 ayrı uygarlığın izini taşıyor; 70 eski başkente ev sahipliği yapmış durumda. Hristiyanlığın beş klasik merkezinden ikisi (İstanbul ve Antakya) bugün hâlâ Türkiye sınırları içindedir. “Kuran’ın Mekke’de indiği, Kahire’de okunduğu, İstanbul’da yazıldığı” sözü de bu kadim coğrafyanın ruhunu yansıtır. Hal böyle olunca Papa’nın attığı her adımın büyük tartışmalara yol açması boşuna değildir.

Papa’nın İznik ve İstanbul durakları, adeta tarih kitaplarından fırlamış sahneler gibi. Çünkü din, tarih boyunca kimi zaman barışın dili, kimi zaman ise küresel güçlerin elindeki en etkili kolonyal (sömürü) araçlarından biri oldu. Ambalajı hep parlaktı: “İnanç, kardeşlik, ruhani bağlar…” Ama içeride çoğu zaman gayet dünyevi bir nüfuz haritası bulunduğunu biliyoruz.

Tam da bu nedenle, Katoliklerin ruhani lideri ile Fener Rum Patriği’nin İznik’te yan yana gelmesi bazı çevrelerce “Moskova’ya ince ayar” olarak yorumlandı. Avrupa’da artan Rusya gerilimini düşününce bu değerlendirmelerin gerçeklik payı olduğu görülebilir. Diplomasi bazen satrançtır; bazen de satranç kılığına bürünmüş bir güç mücadelesi.

Ziyaretin ortasında, ABD’nin Ankara Büyükelçisi’nin “Heybeliada Ruhban Okulu 2026’da açılacak” açıklaması gelince tablo daha da net gün gibi ortaya çıktı. Demek ki “ekümenik” tartışması yeniden kapımızı çalacak. Üstelik Erdoğan’ın, ABD ziyaretinde Ruhban Okulu konusunda zaten gerekli sözleri verdiğini anımsayalım.

Külliye’de Papa için okunan özel ilahi de tartışmaları büyüttü. Bir ilahiden bu kadar çok siyasi anlam çıkarılmasının nedeni ne olabilir? Çünkü iktidarın dinî sembollerle kurduğu ilişki artık sembollük sınırını çoktan aşmış durumda. Siyaset, uzun süredir dinî referanslarla meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bu tip ziyaretler de iktidarın kendi tabanına “dünya bizi tanıyor, onaylıyor” mesajı vermesine hizmet eden bir araca dönüşüyor.

Sözümüz Papa’nın kendisinden ziyade tarihsel gerçekleredir. Din, yeryüzünde yayılmanın en etkili araçlarından biri olarak daima kullanıldı. Batı’nın Afrika’da, Asya’da ve Amerika’da attığı ilk kolonyal adımlar hep şu tümceyle başladı: “Size daha iyi bir din, daha ileri bir medeniyet getiriyoruz.”

Mehmet Akif’in “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” dizesi işte tam da burada anlam kazanıyor. Bugün aynı yaklaşımın yeni ambalajı “size demokrasi getiriyoruz” söylemi oldu; tıpkı Afganistan’a gelen demokrasi gibi!

Kenya Devlet Başkanı Jomo Kenyatta’nın tarihe geçen sözü bu döngüyü en yalın biçimiyle anlatır: “Beyazlar geldiğinde onların elinde İncil, bizimse topraklarımız vardı. Önce gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda İncil bizde, topraklarımız onlardaydı.”

Bu söz, kolonyalizmin hangi ambalaja sarılırsa sarılsın özünün değişmediğini gösteren en somut gerçektir.

Papa’nın ziyareti elbette farklı açılardan yorumlanabilir. Ancak unutmamamız gereken, Cumhuriyet’in kuruluş ilkeleri ve bu toprakların ağır tarihsel hafızasıdır. Zira Anadolu bir merdiven gibidir:

Barış için gelen, o merdivenden misafir olarak çıkar. Hoş geldi safa geldi.
Savaş ya da hesap için gelen, er ya da geç o merdivenlerden aşağı yuvarlanır.

Anadolu’nun hafızası geniştir; fakat sınavı zordur.
Ve her ziyaret sonunda aynı soruyla karşı karşıya kalırız:
Bu satranç tahtasında biz hangi taşı oynayacağız?

Bu gün bu soruya doğru yanıt verirsek, ziyaretlerin gölgesini değil de kendi geleceğimizi konuşuruz, unutmayalım.