ÖNCE MECLİS Mİ, ORDU MU?-1

Abone Ol

Dünya devrimler tarihinde meclis egemenliğinde gerçekleşen ilk ve tek devrimle kurulmuştur Türkiye Cumhuriyeti. Meclis demek milletin iradesi demektir. Hâkimiyet-i Milliye… Jön Türklerle başlayan, İkinci Meşrutiyet’le devam eden Türk devrim sürecinin millet iradesiyle taçlandırılmasıdır. Hadi daha sonra söylenecek olanı şimdiden söyleyelim mi? 23 Nisan 1920’de açılan Meclis’in duvarına “Hâkimiyet Bilâkayd ü şart milletindir” diye yazmak defacto Cumhuriyet ilânı değilse nedir?

Ordusu dağıtılmış, işgal altında bir ülkede 19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla başlayan mücadelenin strateji belgesi 19 Haziran 1919 tarihli Amasya Tâmimi’dir.

“Vatanın bütünlüğü ve bağımsızlığı tehlikededir. Vatanın ve milletin bağımsızlığı, milletin azim ve kararıyla kurtulacaktır. Bunun için Sivas’ta bir kongre yapılacak ve her ilden seçilen üç temsilci Sivas’a gelerek kongreye katılacaktır.”

Atatürk’ün meclis ısrarı veya Milli Birleşik Cephe’nin inşası

Önemli bir çoğunluğun kafasında şu sorular bir burgu gibi dönmektedir. “Evet, Meclis açılacaktır. Ancak her şeyi bıraksak da önce ordu kurulsa daha doğru olmaz mı? Mustafa Kemal, Meclis’i açacağım diye uğraşacağına, bütün Anadolu’da seçim yaptırmak için didineceğine tüm çalışmalarını neden ordu kurmak için yoğunlaştırmıyordu?”

İşte bu soruların açık ve net cevabını Yunus Nadi’nin “Kurtuluş Savaşı Anıları” adlı kitabında bulmaktayız.

Tarih 04 Nisan… Yunus Nadi Ankara’ya geleli iki gün olmuştur. O akşam Mustafa Kemal Paşa, Yunus Nadi, Halide Edip, Dr. Adnan Adıvar, Aydın milletvekili Cami Baykurt, Dr. Refik Saydam ve Recep Peker yemek sonrası sohbet etmektedir.

Gece yarısına doğru herkes dinlenmeye çekilmiş Yunus Nadi Mustafa Kemal Paşa’yla baş başa kalmıştır. Sohbet devam ederken Yunus Nadi yukarıda belirtiğimiz soruları dostluğuna dayanarak sorar.

O anda Yunus Nadi’nin düşündükleri ve ruh hâlini kendi satırlarından okuyalım. “Ben Kuşcalı’dan çektiğim telgrafla, aldığım cevabın Ankara’da gördüklerimle uyuşmaması şeklinde gizli bir duygunun içinde idim. Paşa’dan saklamadım. Kendi huzurunda her şey güvenlik sağlıyordu. Fakat üst tarafı da insana bir boşluk, çöl duygusu veriyordu.”

Çöle bakıp da denizi ve ormanı gören bir devrimcinin cevabı, “Öyle görünür Nadi Bey, öyle görünür. Zaten bu büyük işin zevki de buradadır. Bu çölden bir hayat çıkarmak, bu inhilâlden (dağılmadan) bir oluşum yaratmak lâzımdır.

Bununla birlikte sen ortadaki boşluğa bakma. Boş görünen o saha doludur. Çöl sanılan bu dünyada, saklı ve kuvvetli bir hayat vardır. O millettir, o Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilâttır. İşte şimdi onun üzerindeyiz.” Atatürk’ün buraya kadar olan konuşmasından iki kavramın altını kırmızı kalemle çizmek istiyorum. “Türk milleti” ve “teşkilât”…

Atatürk sürdürür konuşmasını, “Bunu bana Sivas’ta da yazdınız, o cephelerden de aynı yönde müracaatlar oldu. İsteniliyor ki Sivas’ta şurada burada oturarak vakit geçireceğime –sanki buralarda boş vakit geçiriyormuşum gibi- gideymişim de o cephelerin başına geçeymişim. Basit bir gözlem ve düşünce bu görüşe hak verebilir. Fakat benim oraya gitmekte hiç acelem yoktur. Ve o cephelerin hayır ve selâmeti için acelem yoktur.

Mustafa Kemal Paşa, Demirci Mehmet Efe olmaz Nadi Bey! Bunu böyle söylemekle oradaki arkadaşların kıymetlerine zarar vermek istemiyorum. Bilâkis onlar pekiyi adamlardır ve vatan için fedakârca çalışıp duruyorlar. Fakat hareketlerinin bütün kıymeti, vatanpervarane bir görüş niteliğini aşamaz. Bu da bir kıymettir. Fakat bu kıymet manevi bir kıymettir. Yunan orduları ise maddi bir kuruluş olduğundan böyle manevi bir kuvvetle durdurulamaz. Balıkesir, Manisa ve Aydın cephelerine karşı alakasız değiliz. Fakat oradaki mevcutla, o bölgenin varlığı ile o işi çözmek imkânı olamaz. Onun için bunca talep ve başvurmalara rağmen ben oraya gitmedim.

cephesi Aydın veyahut Manisa sancaklarının cephesi değildir. Yunan cephesi bütün memleket ve bütün vatan cephesidir. Ne zaman bütün memleket bu cephenin gerçek anlamının bu olduğunu anlar ve öyle de benimserse, işte bu cephe o zaman yıkılmış ve Yunanlılar da işte o zaman denize dökülmüş olur. İşte ben şimdi bu gerçek lüzum ve zorunluluğun kurulmasının peşindeyim. Hatta çözeceğimiz şey yalnız bir Yunan cephesinden ibaret değildir. Memleket selâmeti ve milletin bağımsızlığı söz konusudur.”

Atatürk büyük fotoğrafı okuyarak olanla olması gerekenin ayrımını anlatmaya devam etmektedir.

“Önümüzde Misak-ı Milli var ki, bütün prensiplerimizi alçakgönüllü bir şekil ile ifade ediyoruz. Kuralı ortaya koymuşuzdur. Milletin bağımsızlığını vatanın son kaya parçası üzerinde savunacağız, kurtaracağız veya -eğer mukadderse- öleceğiz. Fakat ölmeyeceğiz ve kurtaracağız.

Evet, hepimizin maksadımız ve azmimiz bu. Oraya varmak için daha evvelden verilmiş kararlar ve çözülmüş konular olmak gerekir. Benim düşünceme göre bu türlü büyük durumlarda kararları zaman verir, meseleleri de o çözmüş bulunur. Bu nedenle ben zannediyorum ki kararlar kendi kendine verilmiş ve meseleler de kendi kendine çözülmüştür. Olunmayanlar varsa onlar da olunur gider.”

“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır”

Atatürk’ün konuşmasını özetlersek; Yunanlılar, Batı Anadolu’yu değil, bütün Anadolu’yu işgal etmiş sayılırlar. Bu gerçek herkes tarafından anlaşılmalı ama önce de Meclis bu konuda öncülük yapmalıdır. Bütün millet bu cepheyi anlar ve benimserse işte o zaman bizim gerçek cephemiz kurulmuş olacak ve işte o anda Yunan cephesi de yıkılmış olacaktır.

Yunus Nadi sorularını sürdürmektedir. “Meclis’in ne zaman toplanabileceğini düşünüyorsunuz? Bir de her kerameti, olağanüstü çözümü Meclis’ten beklemek niyetinde miyiz? Açık söylemek gerekirse ben bu maksat ve düşüncede değilim. Zaten üzüntüm de ondandır.”

(Sürecek)