Kara kara kazanlar
Kara yazı yazanlar
Yıllardır peşinden koşuldu.
Yenilen pehlivanlar gibi davranıldı. Sonunda kutlama için sokaklara dev
ekranlar kuruldu. Görkemli eğlenceler düzenlendi. Nefesleri tutup son
saniyelere kadar kimse ümidini yitirmedi. Tam yakaladık derken kuş yine
elimizden kaçtı. Kimi boynu bükük evine döndü. Kimileri okkalı küfürler
savurdu.
Elin keferesine bir türlü
yaranamıyorduk. Adamlar bizdeki demokrasiyi beğenmiyor. Bizi barbar olarak
görüyor. Bizim afiyetle tükettiğimiz gıda ürünlerini beğenmiyor; geri
gönderiyor. İnsanlarımızı ‘Hanzo, kıro’ olarak görüyor. Sahaya çıkan futbol
takımlarımızın hakkını yiyor.
Say sayabildiğin kadar…
Ara sıra insanlıkları
tutuyor: İnsafa gelip ulusal futbol takımımızın dünya kupasında büyük başarılar
elde etmesini sağlıyor, Galatasaray gibi futbol takımlarımızın Avrupa kıtasında
dünyanın en büyük takımlarını yenmesini sağlıyor diye bir şeyler saçmalasam
beni Arap çöllerine gönderirler. Ama ne hikmetse gerek futbol takımlarımız,
gerekse sporcularımız hakem engellerini yenip şampiyon olup; altın madalya ile
ülkemize dönüyor.
Spor alanında madalyalar
alabilmek için dünya birinciliği olan sporcuları ithal edip onları
Türkleştiriyoruz. Sporcu bayansa bir erkek, erkekse bir bayan buluyoruz. Adımız
kötüye çıksa da ne yapalım? “Vatan sana canım feda; vatan sana canım feda.”
Yanılmıyorsam yetmişli
yıllardı. Yüz yılların sanatçısı Ajda Pekkan ‘Aman petrol, canım petrol’
şarkısıyla Eurovision şarkı
yarışmasına katıldı. Petrol krizinin olduğu günlerde birincilik çantada
keklikti. Yatıp kalkıp aynı şarkıyı dinledik. Avucumuzu yaladık.
O gün, bu gündür adamlar
hakkımızı yedi. Sonunda biz de işin kolayını bulup birincilik aldık.
Öğrenci mantığıyla adım
atmaktan bir türlü kurtulamadık. Başarılı olduğumuzda hakkımızla aldık.
Başarısız olduğumuzda öğretmenlerimizi suçladık. Yaşımız yetmişe gelse de aynı
sözleri yineleyip durduk. Artık karşımızda küfür edeceğimiz öğretmenlerimiz
yoktu. Bizler işi büyütüp her başarısızlığımızda yabancı ülkelerin
yöneticilerine, vatandaşlarına küfürler savurduk. Hızımızı alamadık. Bizi
eleştiren yerli işbirlikçilerinin bütün sülalesine selam gönderdik.
Kabul edelim ki olimpiyat
oyunlarının ülkemizde oynamasına izin verilseydi… İstanbul’da Sultanahmet gibi meydanlarda
toplanan coşkulu kalabalık sabahlara kadar eğlenirdi. Bir anda bütün televizyon
kanalları yayınlarını kesip coşkumuzu artırmak için elinden geleni yapardı.
Ülke genelinde sokaklara çıkıp arabalarla trafiği alt üst ederdik. Korna
sesleri ile gece yarısı insanları yataklarından kaldırırdık. KUTLAMAK İÇİN
HAVAYA SIKILAN KURŞUNLARDAN NASİBİNİ ALANLAR OLABİLİRDİ!
Olmadı, ne yazık ki olmadı.
Elin gavuru bir kez daha düşmanlığını gösterdi.
Hakkımızı yememiş olsalardı
neler olurdu? Örneğin ülkemizde yapılan karşılaşmalardan kaçından altın madalya
alabilirdik? Spor amacına uygun olarak ülke genelinde ne kadar
yaygınlaşabilirdi? Sağlıklı yaşam için
spor yapmaya başlayanların sayısı ne kadar artardı?
Bana kalırsa gündemde
olanları konuşmak yerine ülke sorunlarını konuşmamız gerekir. Her akşam
izlemeyi alışkanlık haline getirdiğimiz televizyon kanallarında duyduklarımızı
papağan gibi yinelemek yerine sorunlarımız nedir, bu sorunlara nasıl çözümler
bulabiliriz? En önemlisi birey olarak ben neler yapabilirim bunu düşünmenin
zamanı gelmiş olmalı.
Avrupa’yı Avrupalılara,
Arapları da Araplara bırakalım. Oturup kendi derdimize yanalım! Ağzımızdan bir
türlü düşürmediğimiz sözü anımsayalım: “Ne olacak bu memleketin hali?”
Hoşça kalın; dostça kalın. Uzun
bir süre benim saçmalıklarımı gazete sayfalarında görmek zorunda
kalmayacaksınız.