NEDEN (ÖZ) TÜRKÇE?

Abone Ol

Bazı okurlarım, neden (öz) Türkçe bir dil kullandığımı soruyor; karşılaşıp, görüştüğümüz anlarda ya da iletilerinde…

Bana böyle bir soru yönelten okurlarım lütfen kırılmasın ama bir Türk’ün, bir Türk’e böyle bir soru sormasını hiç ama hiç doğru bulmuyorum. Doğru bulmamaktan da öte, yadırgıyorum.

Ne demek, neden öz Türkçe kullanıyorsun?

Ne yani, ben de mi, diğer özenti yazarlarımız, özenti insanlarımız gibi; herhangi bir kavramın Türkçe karşılığı dururken, Arapçasını, Farsçasını, İngilizcesini, Fransızcasını, Rumcasını, Ermenicesini kullanayım...

Ama efendim, siz yıllar önce dilimize girmiş ve artık Türkçeleşmiş yabancı sözcükleri (bile) dışlayıp, yerine öz Türkçe sözcükler kullanıyorsunuz.

Doğru kullanıyorum.

Kullanıyorum, çünkü yabancı kökenli sözcüklerin, dilimizi varsıllaştırdığını değil, dilimizi yoksullaştırdığını, kirlettiğini düşünüyorum. Kökü Türkçe olmayan sözcüklerin tümünün, Türkçe olmadığını, Türkçe sayılamayacağını düşünüyorum.

* * *

Bakın sevgili okurlarım; dil, ulusların ses bayraklarıdır. Bir ulusu yok etmenin yolu, onun dilini yok etmekten geçer. Bir dili yok etmenin yolu da o dili yabancı sözcüklerle doldurarak, kirletmekle başlar.

Türkçe de Türk Ulusunun ses bayrağıdır. Namusumuzdur, onurumuzdur. Kirletilmesine izin verilmemesi, yabancı dillerin saldırısından özenle korunması gerekir.

Ancak ne yazıktır ki; günümüz yarı aydınlarının, yersiz ve gereksiz biçimde batı terimlerini dilimize sokuşturma yarışı, nerede ise dilimizin çökmesine ve yok olmasına doğru bizi götürmektedir.

Öke (Profesör Doktor) Ahmet Ercan Hocamın bir yazısından, bu savımı kanıtlayacak bazı rakamlar aldım. Görün bakın; Türk dili, yabancı dillerin nasıl boyunduruğu altına girmiş.

Bugün dilimizin % 65’i, ne yazık ki yabancı terimlerden oluşuyor. Bu sözcüklerin % 50’si Arapça; % 20’si Farsça; % 15’i İtalyanca, İngilizce, Fransızca ve Almanca; % 10’u Rumca ve Yunanca; %5’i Ermenice, Rusça, Romence, Bulgarca, Macarca, Latince, Gürcüce...

Yani?

Yani, dilimizdeki sözcüklerin sadece % 45’i Türkçe.

Ayrıca, adlarımızın; % 60’ı Arapça; % 30’u Farsça; % 10’u Yunanca, İngilizce, Ermenice ve diğer dillerden...

Türkçe olan ad oranımız, sadece ve sadece % 10...

Bu güzel bir tablo mu?

Böyle bir şey olabilir mi?

Ama efendim, bu uluslarla o kadar içli dışlı yaşamışız ki; ayırdına varmadan her bir şeyimiz birbirine geçmiş.

Hayır efendim... Birbirimize değil, sadece ve sadece, onların her bir şeyi bize geçmiş...

Güya Araplar ve Farslar, yıllarca bizim egemenliğimiz altında yaşamış ama ne gariptir ki sanki onlar bizim değil de biz onların egemenliği altında yaşamışız gibi; biz onların kültürel boyundurukları altına girmişiz.

Bu nasıl bir egemenlikse; bizim egemenliğimiz altında, biz onları değil, onlar bizi sömürmüşler.

Türk dili, Arapça ve Farsça ile Türk’ün kendi eliyle ezilmiş, nefes alamaz hale gelmiş.

Siz hiçbir Arap’ın, hiçbir İranlının, hiçbir İngiliz ya da Alman’ın ya da Fransız’ın, kullandıkları sözcüklerin arasına, Türkçe sözcükler ya da terimler katarak konuştuğunu gördünüz mü?

Sözü şuraya getirmek istiyorum.

Türkçe, hiçbir dilin yardımına gereksinimi olmayacak kadar varsıl, üretken ve türetken bir dildir.

Her dil, kendine özgü kurallar bütünüdür.

Bu kurallar dışında, gökçek ve varsıl dilimize dışardan gelmiş hiçbir sözcük, “kullanıla gelmiş” ya da “kamu benimsemiş” diye Türkçe içinde tutulamaz.

Onlar dilimizde, istenmeyen konuklardır. Dil içine girdiklerinde, Türkçe içindeki özdeşlerini yok ederler.

Okey’in ‘oluru’, alternatifin ‘seçeneği’, on -line’ın ‘çevrimiçini’, fuel -oilin ‘yakıt yağı’, dekoderin ‘çözücüyü’, entegrenin ‘tümleşiği’, teorinin ‘kuramı’, sponsorun ‘sakmanı’ ... öldürdüğü gibi.

Ama efendim, bilim ve teknoloji kalkınmış ülkelerin, yani Angloman’ların güdümünde. Yeni bulunan, teknolojik araç ve gereçlerin adını doğal olarak onlar koyuyor. Bu sistemler ülkemize girdiği zaman da yine doğal olarak bu adlarla birlikte dilimize giriyor. Ne yapabiliriz ki?...

Çok şey yaparız.

Fransızlar gibi dil gümrüğü uygularız. O adları Türkçeleştiririz.

Yeter ki bu bilinçte olalım. Yeter ki bunun gereğine inanalım.

Bakın, Anglomanların “Computer” adını verdiği bilgisayarlar; ülkemize, ilk kez 1970’li yılların başında girdi.

Hacettepe Üniversitesinde görevli Dr. Aydın Köksal ve arkadaşları, bazı zibidilerin alaylarına aldırmadan, (bana göre) Dünyanın en büyük buluşu olan bu gerecin adına “bilgisayar” dediler.

Bugün hepimiz gibi, o zibidiler de “bilgisayar” diyor.

Sayın Köksal ve arkadaşları bununla da yetinmediler; ayrıca “bilgi işlem” , “bilişim” gibi terimleri de Türkçeye kazandırdılar.

Bu örnek gösteriyor ki, bir yeni bilim ya da teknik, ülkemize girerken; o işin öncüleri, Türkçe konusunda duyarlı, bilgili ve bilinçli olurlarsa, o dal Türkçe olarak gelişir. O dalda çalışanlar da batıya karşı aşağılık duygusuna kapılmadan yaratıcı olurlar.

Keşke bu güzel insanlar, biraz daha cesur, biraz daha ısrarlı, biraz daha araştırmacı olsalardı da; bugün Bilmen Öke Ahmet Ercan ya da Bilmen Öke -Oktay Sinanoğlu Hocalarımın türettikleri örüşümağı (internet), ıyışak (internet sitesi), ıyışkı (e.mail) gibi terimler de yaygın bir biçimde kullanılsaydı.

* * *

Sözün özü, dilimizin değerini bilelim sevgili okurlarım.

Macar dilbilimci Bilmen J. Eckmann dediği gibi; bir dilin söz hazinesi, doğal gelişimle değil, isteyerek yapılan sözcük üretimleriyle varsıllaşır.

Türk dili, pek çok dilde olmayan matematiksel bir yapıya sahiptir.

Batılı dilbilimcilerin hayranlıkla söyledikleri gibi, kuralları (sanki) bir matematikçi tarafından düzenlenmiş gibidir. Kendi kendini içinden türetebilen, her yeni konuya her yeni buluşa yetişebilen, her Türk’ün kolayca anlayabileceği yeni türeyen sözcükleri ile işlendikçe varsıllaşan bir dildir.

Lütfen yabancı özenticiliğinden kurtaralım kendimizi.

Dilimizden, konuşmalarımızdan, yazılarımızdan, tabelalarımızdan yabancı sözcükleri çıkaralım.

Son olarak da (hazır yeri gelmişken) şu iletiyi vermek istiyorum.

Arapça kutsal bir dil değildir.

Arap Ulusu da kutsal bir ulus değildir..

Tengri, Tanrı, Yaradan, Allah, Rab, Hüda… bunların hepsi, anlamdaştır.

‘Kur’anı Kerim’i Arapça okumanın sevap olduğu’ tezi de yalan ve uydurmadır.

Okuyup da ya da okuduğunu sanıp da; ne yazdığını, ne dediğini anlamadığın kitap(lar), senin kitabın değildir.

Ne mutlu Türküm diyene…

Ne mutlu Türkçe konuşana…

Ne mutlu dilini koruyup, kollayana…

Ne mutlu diline sahip çıkına...