MERHABA VE HATIRI

Abone Ol

Apartman denilen cezaevleri yapılmadan önceydi. Hani o güneşle uyanıp, ayla uyunduğu devirler. İşte o zamanın insanlarından, yani bizlerden söz etmek istiyorum sizlere. Her şeyden önce doğayla uyumluyduk ve doğanın doğal bir parçasıydık. Gökyüzümüz ve havamız temizdi. Toprağımız da temizdi, hem de toprak gibi kokardı. Bu arada biz de temizdik. Belki tozun toprağın içindeydik ama tertemizdik ve en önemlisi doğaldık.

O dönemin pazarcıları domatesin sağlamını öne, çürüğünü arkaya koyup kandırmazdı; sokak satıcıları dostumuzdu, hepsiyle de merhabamız vardı. Merhabanın da bir hatırı vardı. Hijyen, kalite ve garanti belgesi yoktu belki ama merhaba onların hepsiydi. Sütçü de kendimizdik, yoğurtçu da; hatta hatta fırıncı da, sebzeci de. Hal hatır sorduğumuz, hangi zeytinden hoşlandığımızı bilen, iyi peynirden bizi haberdar eden, paramızın olmadığını gözümüzden anlayan mahalle bakkalımız vardı.

Kışın karpuz, yazın kestane yemeyi aklımıza bile getirmezdik. Vakti saati yaklaşınca turfanda denilen bir zamanda gelir, sonra çoğalırdı. Öyle her alınan herkese gösterilmez, görenin gözü kalır diye gizliden yerdik. Bağımız ve bahçemizde komşuların da hakkı olurdu. Hep birlikte kiraz sefaları yapar, mısır közlerdik. Çocuğumuzun cebine koyduğumuz elmanın sayısı, sokaktaki çocuk sayısı kadar olurdu. Tek başına bir şey yemek adetten değildi, ayıptan da öte görgüsüzlüktü.

Ya şimdi!

Şimdi ise, üstümüz aranarak girdiğimiz, hiç kimsenin mahalle bakkalı gibi yüzümüze gülmediği ve “hoş geldin” demediği robotlaşmış yüzlerle dolu süper marketlerin on binlerce çeşidinin arasında 'merhaba'dan mahrum alış veriş yapıyoruz. Girdiğimiz kapıdan geri çıkamadığımız sistemin içinde kendimize gerekli olanı değil, raflardaki şekiller, mesajlar ve reklamlarla kodlanıp onların almamızı istediklerini alarak dönüyoruz. Hem de pazarlıksız ve peşin. Ve de market arabası dışında kimseyle muhabbet kuramadan…

Bakkalların bitişiyle, sokakların ruhu da bitti, aldıklarımızın lezzeti de... Tıpkı, yılın on iki ayı muhteşem görüntüsüyle arzı endam eyleyen sanal domatesler gibi her şey sanal âlemden alınır oldu. Ve o domatesler mevsimini kaybettiği günden beri, biz de pek çok şeyi kaybettik. Mevsimi bittiğinde üzülmeyi, yokluğunda özlemeyi, zamanı geldiğinde kavuşup sevinme duygularımızı yitirdik. Hele hele kokusunu ve lezzetini de...

Sadece domates mi? Ekmek de öyle. Koklayın, fırından aldığınız ekmek, artık ekmek gibi kokmuyor. Dilimleyemiyor, kesemiyorsunuz. Vitaminlerle şişirilmiş, sadece kabuktan ibaret, içi mağara gibi bomboş, hafif ve lezzetsiz. Çay desen çay gibi kokmuyor; bilmem ne çayıyla bir başkasını karıştırıp harman diye yutturuyorlar. Şöyle Karadeniz çayından bir yudum alamadan gideceğiz bu dünyadan. Oysa fazla bir şey istediğimiz yok; halis ve yerli Türk çayı istiyoruz o kadar.

Kahve dersen ayrı bir âlem oldu. İkisi bir arada mı istersin, üçü bir arada mı; yoksa soğuk ya da buzlu mu? Çikolatasız içilmez mi diyorsun, yok daha neler? Yahu, nerede benim dünyaca ünlü Türk kahvem? Dünürlükte damat adayına içirilen tuzlu kahve muhabbetlerimiz nereye gitti? Nereye gömdünüz onu, ne istediniz benim Türk kahvemden?

Diyeceksiniz ki, senin devrin bitti, çağın gerisinde kalmışsın. Hem bak imkânlar arttı, çeşitler arttı; ne ararsan yılın on iki ayı emrine amade... Ama o zaman hiçbirinin değeri kalmadı ki! Kokusunu, tadını özlemeden elinizi uzattığınızda hemen sahip oluvereceğiniz bir şey ne kadar değerli olabilir ki? Evet, domatesi her zaman alabilirsiniz ama özlemini, hasretini, lezzetini, zamanı gelince de sevincini alabilir misiniz?

Söyleyin şimdi, bir süper marketten alışveriş yapmakla, sevdiğiniz birini bulamayınca ona not bırakmak arasında ne fark var? İkisinde de karşınızda muhatabınız yok, kendinizle konuşmak zorundasınız; duyan da yok, dinleyen de! Hatta yüzünüze bakıp bir “merhaba” diyen de..!

Herhalde bu çağın cilvesi de bu olsa gerek. Kalabalıkların içinde yalnızlığı, bolluğun içinde kıtlığı yaşamak, üstelik de bundan keyif almaya çalışmak... Sözün kısası, vakumlanmış, dondurulmuş, üzerinde hijyenik yazan ve güzelce ambalajlanmış bu tatsız tuzsuz hayatımızda eksik bir şeyler var. Yaşamanın ruhu, domatesin tadı ya da bir merhabanın hatırı gibi...

Ya sizce..?

DÜŞÜNEN SÖZLER:

· Aslında geçmiş zamanı üçe ayırmak gerekir: Di’li geçmiş zaman. Miş’li geçmiş zaman. Tüh’lü geçmiş zaman. BOB MARLEY

· Dünle beraber gitti düne ait ne varsa cancağzım, bugün yeni şeyler söylemek lazım. MEVLANA

· Eskiden dünyada, görünüşleri dağınık ama iç dünyaları derli toplu insanlar vardı. Oysa şimdikilerin dış görünüşleri derli toplu ama iç dünyaları dağınık. SADİ ŞİRAZİ

· Bütün gayreti karnına giren şeyler için olan kimsenin, kıymeti de karnından çıkan şey kadardır. İMAM GAZALİ

· Değerlerini diğerlerinden ayıramıyorsan, meğerlerini bir cebinde, keşkelerini öbür cebinde bulacaksın. LA EDRİ

· Günümüz insanları her şeyin fiyatını biliyorlar ama hiç bir şeyin değerini bilmiyorlar. OSCAR WİLDE