KAPİTÜLASYONLARIN YENİ VERSİYONU

Abone Ol

Erdoğan’ın altı yıl sonra Beyaz Saray’a yaptığı ziyaret, dostane bir görüşmenin ötesinde, kayıtlara bağımlılık ilişkilerinin alenileştiği bir skandal olarak geçti. Beyaz Saray’daki her sahne, Osmanlı’nın son dönemlerinde verilen kapitülasyonların bugünkü versiyonu gibiydi. Üstelik bu defa sadece siyasi ayrıcalıklar değil, doğrudan ülkenin siyasal geleceği, ulusal iradesi ve halkın tercihi de masadadır.

ABD’li yetkililerin “Erdoğan’a meşruiyet vermeliyiz” sözleri, aslında emperyalizmin gerçek karakterini özetliyor. Bu sadece diplomatik bir gaf değil, Türk halkına yapılmış ağır bir hakarettir. Meşruiyeti Beyaz Saray’ın takdirine bırakılan bir lider, kendi halkı karşısında bağımsızlığını nasıl savunabilir?

Trump’ın Erdoğan’ı işaret ederek söylediği, “Hileli seçimleri herkesten daha iyi o bilir” sözü, başka bir acı gerçeği ortaya koyuyordu. Daha beteri ise Rahip Brunson için kurduğu şu tümcedir: “Erdoğan’dan istedim, rahibi serbest bıraktı. Bunu unutmam.” Bu sözler, Türk yargısının içine düştüğü vahim durumu gözler önüne seriyor.

Trump’ın “Rusya’dan enerji almayın” talimatının hemen ardından, Türkiye’nin ABD’li Mercuria şirketiyle 43 milyar dolarlık LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) anlaşması imzalaması, hangi tarafın kazandığını açıkça gösteriyor. Diğer yandan, Gazze’de soykırım sürerken, İsrail’in başlıca destekçilerinden Boeing firmasına yüzlerce uçak siparişi verilmesi ilginç değil mi? Yandaş medya bu anlaşmaları “stratejik ortaklık” diye pazarlıyor. Gerçekte olan ise halkın sırtına yüklenen ağır faturalardır.

Bu olanlar nedir? Yatırım mı, diplomasi mi, yoksa yeni tip bir kapitülasyon mu? Dışarıdan bakıldığında ekonomik bağımsızlığımız pazarlık masasında rehin verilmiştir.

F-35’ler gündeme geldiğinde Trump’ın sözleri ibretliktir: “Halledilebilir ama önce Erdoğan bizim için bir şey yapacak.” Bunun adı açıktan siyasi rüşvettir. Parası ödenmiş F-35’ler pazarlık konusu yapılırken, Halkbank dosyası da koz olarak masaya sürülüyor. Ulusal çıkarlarımız, açıkça şantaj ipine bağlanmış durumda.

Emperyalizmin klasik yöntemi bellidir: Önce baskı, ardından tehdit, sonrasında biraz havuç ve devamında sopa. Geçmişte Duyun-u Umumiye vardı, bugün LNG anlaşmaları, silah satışları ve sonu gelmez dayatmalar var.

ABD’li diplomatların “Ortadoğu bir illüzyon, ulus kavramı sonradan gelir, önce kabile vardır” sözleri, aslında Türkiye Cumhuriyeti’ne dönük düşünsel saldırının özetidir. Emperyalizm daima ulus devletlere düşman olmuştur. Bu mantık ile yönetilen toplumlar asla bağımsız olmasına olanak yoktur. Bu yüzden Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti ayak bağı olarak görüyorlar. Oysa Atatürk daha 1922 yılında şöyle diyordu:
“Hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir.”

Bugün yaşadıklarımız, Osmanlı’nın kapitülasyonlarıyla benzer niteliktedir. Biçimsel farklılıklar olsa da öz aynıdır. Adına “stratejik ortaklık” denilen şey, gerçekte bağımsızlığımızın yontulmasından başka bir şey değildir.

Unutulmasın ki Türkiye bir kabile devleti değildir. Tarihin her döneminde emperyalizme karşı direnmiş, bağımsızlığı için bedel ödemiş kadim bir ulustur. Bu milletin onuru, Trump’ın şovlarına, Washington’un şantajlarına, Boeing’in faturalarına malzeme edilemez.

Tarihte olduğu gibi bugün de Türkiye Cumhuriyeti, kapitülasyonların yeni versiyonunu reddedecektir. Er ya da geç, tarih emperyalizmin verdiği meşruiyeti değil, halkın özgür iradesini yazacaktır. Unutmayın!