Siyaset sahnesinde öyle hızlı değişim ve dönüşümler yaşanıyor ki ne insan beyni ne yapay zeka gelişmelere yetişebiliyor.
Oysa siyasal bilimciler ve ekonomistler tarafından bu gelişmelerin mantıklı yorumları yapılabilmeli ve bu yorumların geniş kitlelere ulaşımı sağlanmalı. Bu pek olası görünmüyor. Ne siyaset bilimi, ne insanların boğazını sıkan ekonomi, ne sanat, ne yazı, hiçbir şeyin, ama tam anlamıyla hiçbir şeyin etkisi olmuyor, sorumlular tınmıyor, vurdumduymazlık almış başını gitmiş; iktidar varlığını sürdürebiliyor.
Bu olağandışılığın bir açıklanması olmalı! Siyaset bilimciler ve sosyologlar üstümüze çöken tek adam rejiminin nasıl ayakta kalabildiğini aklımız alacak şekilde anlatmalı.
Görsel veya basılı basın çevresinden kalabalık insan grupları hakkında uyuşturucu bulundurma, kullanma, fuhuş ve benzeri konular, günlük yaşamın gerçeklerini gölgelemek amacıyla, öyle bir boca ediliyor ki gelişmeleri anlık izleyemeyen bireyler yorum yapamıyor. Şaşkınlıkla izliyor.
Yeni yılda asgari ücrete yapılan “cücük” kadar zam, 100 TL’den aşağısı bulunmayan meyve-sebze, çocuğuna cep harçlığı bulamayan anne-baba, kira ve geçim derdiyle boğuşan emekli, yetersiz beslenme nedeniyle ders dinleyemeyen öğrenci ve bunlar gibi güncel sorunlarımızı unutturmak için, birkaç medya kanalı dışında, tüm basın-yayın kuruluşları seferber olmuş, insanlarımızı düşünemez hale sokmak için her türlü çabayı gösteriyor. Pes doğrusu!
Basın-yayın kuruluşlarının neredeyse tamamı sermaye cephesinde yer alabilir mi? Emekçilerin “ahvalini” dile getirecek kimse kalmayacak mı? Bunları sorgulayan her gazeteci, her araştırmacı, her aydın kendini “içerde” mi bulacak?
İçerde deyince aklıma af edilen içerdekiler geldi? Hangi içerdekiler? Yazar, çizer, aydın, düşünür mü affediliyor? Nerdeee! Muhaliflere af yok! Adi suçlular; hırsızlık, soygun, gasp, taciz ve dolandırıcılıktan içerde olanlar salıverilmeye başlandı. Siyasilere yine gün yüzü görmek yok! Muhalifsen “yürü içeriye”. Bahanesi bol! İktidar kanadına dokunan yanıyor.
DÜNYA GENELİ
Bütün dünya büyük oranda emperyalist-kapitalist zincirin denetimi altına girmiş görünüyor. Dünya jandarmalığına soyunmuş ABD + AB emperyalizmi İsrail piyonunu öne sürerek bölgemizde at koşturuyor. Dünya genelinde ise emperyalist hegemonyaya direnen hedef ülke liderlerini iktidardan indirme ve zenginliklerine el koyma girişimleri peş peşe sıralanmış. Güç gösterileri, tehdit, silahlı müdahale örnekleri yaşanıyor. Soyguncu zorbalığa direnen Venezuela, Kolombiya gibi arka bahçe gördükleri ülkeleri dize getirmenin abluka, ambargo, bunlar yetmezse açık işgal gibi bin bir türlü yollarını deniyorlar. Emperyalist zincirden bir biçimde kopmuş olan ülkeler şiddetli bir abluka ile karşı karşıya. Bu abluka yalnızca siyaset alanı ile sınırlı değil, tam bir ekonomik çöküşe doğru hızla giden yaptırımlar içeriyor. Amaç soyguncu düzenin patronları eliyle emperyalizme başkaldıran ülke önderlerini iktidardan uzaklaştırmak, böylelikle hedef ülkeyi de soygun zincirine eklemek. Hedef ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarından, çalışanların emeğinden elde edilen k_rın kendi kasalarına akması.
Dünya geneline bakacak olursak görünüm şudur: bir avuç çok uluslu şirket ve yerli ortaklarının zenginleştikçe zenginleşmesi, bu şirketlerin değirmenine su döken kitlelerin yoksullaştıkça yoksullaşması, giderek ücretli köleliğin sıkılaşması… Tüm küreyi kapsayacak soygun zincirinin halklara kaçınılmaz bir yazgı olarak dayatılması.
Unutuyorlar ki sermayenin ana ögesi emekçi sınıf ve tabakalardır. Örgütlülükleri oranında emek cephesinden korktukları kadar şeytandan bile korkmazlar. Emek örgütlerini işlevsiz kılmak için sarı sendikalar yaratırlar, yetersiz kaldıkları noktada vurucu güçleri olan milisleri ve daha ileri boyutta açık militarist faşizmi devreye sokarlar. Cuntalar sermayenin emrindedir.
Emekçi kitleler sendikalarında, yakınlık duydukları emek değerlerini öne çıkaran partilerde daha ciddi örgütlenmelere gitmeli ve iktidarlara taleplerini ‘genel grev’ silahlarını kullanarak iletmeli ve haklarını almada kararlı olmalıdır. Bunun pek çok örneği ülkemizde ve dünya emek pratiğinde yaşanmıştır.
BÖLGEMİZ
Bölgesel olarak da emperyalist dayatmalara tam bir teslimiyet ve bunun getirdiği yıkım yaşanmaktadır. Irak, Afganistan, Libya, Suriye yaşadığımız, TV kanallarından üzüntüyle, şaşkınlıkla izlediğimiz açık işgal örnekleridir. Bir yere dek Rusya’nın çıkarları gerektirdiği için Suriye devlet başkanı Esad’ı desteklemesi Ortadoğu için rahatlama getirmişti. İsrail terörü bu kadar pervasız saldıramıyordu. Bölgedeki İran ve Putin etkisi vahşetin önünde duvar örüyordu. Ancak Putin'in Ukrayna’da sıkışmışlığı Suriye’yi gözden çıkarmasına neden oldu. Bu önemli destek kesilince İran da Esad’a ve Lübnan Hizbullah’ına desteğini çekince meydan Amerikan maşası İsrail’e kaldı.
Bütün Ortadoğu ateş altında. Gazze Şeridine sıkışan Filistinlilere soykırım yaşatılıyor; ne Arap rejimleri ne diğer ülkeler ses çıkarıyor. Adeta soykırıma göz yumuluyor. Sözde demokrasinin beşiği olan AB emperyalistleri Netanyahu iktidarına açık desteğini esirgemiyor. Oysa finans-kapitalin; New York, Roma, Berlin, Londra, Tokyo ve benzeri kentler gibi metropollerinde henüz insanlığını yitirmemiş kitleler soykırıma karşı eylem üstüne eylem gerçekleştiriyor. Gazze’ye her türlü yardım için üst üste gıda, sağlık ve temizlik maddeleri götürecek gemi filoları yola çıkıyor. Bu filolar ne yazık ki İsrail ve ABD gemileriyle engelleniyor, içindeki insan hakları savunucuları gözaltına alınıyor. Halkların Gazze çığlığı duyulmuyor. Ne barıştan ne ateşkesten söz edilebiliyor.
(SÜRECEK)