FATİH'İN EN BÜYÜK MİSAFİRİ...

Abone Ol

"Kimmiş bu Fatih'in en büyük misafiri?" dediğinizi şimdiden duyar gibiyim. Bu sorunun yanıtını vermeden önce Peygamber Efendimizin (SAV) İstanbul'un fethi ile övgüsüne mazhar olmuş komutan Fatih Sultan Mehmet Han'ın iyi bir devlet adamı olması yanında, ilim ve sanat erbabına verdiği önemi iyi analiz etmek gerekiyor. Çünkü Fatih Sultan Mehmet dehasını yalnız askeri sahada değil, ilim, sanat ve edebiyat cephesinde de kullanmıştır.

Fatih Sultan Mehmet Han'ın ilim ve sanat severliği yanında çeşitli ilim ve sanat dallarıyla meşgul olduğu da bilinmektedir. Saltanatı döneminde kurulan ilim müesseseleri, yapılan çeşitli sanat eserleri ve pek çok ilim adamını himaye etmesi yanında şiirleri ise, onun yüksek bir fikir adamı ve büyük bir edip ve sanatkâr olduğunu göstermeye yeter. İtalyan Langusto, Fatih Sultan Mehmet'i anlatırken "Şiddetli bir öğrenme ihtirasına sahip ve âlicenaptır" der. Fatih Sultan Mehmet Han'ın bilim sanat erbabına verdiği önemi Cevdet Paşa’nın "Tarih-i Cevdet" adlı eserinin baş kısmında: "Fatih ilme önem verdiği için memleket şarktan garptan gelen ilim adamlarıyla dolmuş ve İstanbul, o asrın Dârü'l Fünûn'u olmuştu." sözlerinden de anlamak mümkün.

Fatih Sultan Mehmet, ulemaya büyük önem veren bir liderdi. Bu ilginin bir meyvesi olarak da dönemine büyük etki bırakmış, büyük bir alimi de ülkesine özel olarak davet etmiş, çalışmaları ile özel olarak ilgilenmişti. Peki kimdi bu alim?

Şimdi merakla beklediğiniz sorunun yanıtına gelelim. Merakla beklediğiniz sorunun yanıtı Özbek asıllı astronom, matematikçi ve dil bilimci Ali Kuşçu’dur. Peki Fatih Sultan Mehmet O’nun çalışmaları ile neden yakından ilgilenmiş, yolları nasıl kesişmişti? Şimdi de bu sorunun yanıtına birlikte cevap arayalım. İnternetten yaptığım araştırmada edindiğim bilgileri siz değerli okuyucularımla paylaşmak istiyorum:

"Türk-İslam dünyasının büyük astronomi ve kelam alimi olan Ali Kuşçu, XV. yüzyıl başlarında Semerkant’ta doğdu. Babası Muhammed, ünlü Türk Sultanı ve astronomu Uluğ Bey’in kuşçusu olduğu için, ailesi ‘Kuşçu’ lakabıyla meşhur oldu. Küçük yaştan itibaren matematik ve astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu, devrin en büyük alimleri olan Bursalı Kadızâde Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî’den matematik ve astronomi dersi aldı.

Daha sonra bilgisini artırmak için Kirman’a gitti. Burada Hall-ü Eşkâl-i Kamer (Ay Safhalarının Açıklanması) adlı risale ile Şerh-i Tecrîd adlı eserini yazdı.Ali Kuşçu, Semerkant ve Kirman’da eğitimini tamamladıktan sonra Uluğ Bey’e yardımcı ve rasathanesine müdür olmuştu. 1449’da hacca gitmek istedi. Tebriz’de Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan kendisine büyük saygı gösterdi ve Fatih’le barış görüşmelerinde yardımını istedi. Ali Kuşçu, Uzun Hasan’ın sözcülüğünü yaptıktan sonra Fatih’in davetiyle İstanbul’a geldi. XV. yüzyılın ilk yarısında, Semerkant, dünyanın en önemli bilim merkeziydi.

Uluğ Bey Rasathanesi, gök bilgisi araştırmaları için en doğru sonuçları alıyordu. Rasathanenin genç müdürü Ali Kuşçu, gece gündüz demeden çalışıyor, bilimsel gerçeklere yenilerini katmak için uğraşıp didiniyordu.

Gökyüzü bilgisi (astronomi), hem değişmez kuralların, kanunların tespit edilmesine yarıyor, hem de gözlemlerle kontrol edilebiliyordu. Otuz yıla yakın bu işte çalışan Ali Kuşçu, bir gün ansızın her şeyi yüzüstü bırakarak hacca gitmeye karar vermişti. Buna da sebep, en olmayacak bir zamanda, sevgili hükümdarı Uluğ Bey’in 1449 yılında öldürülmesiydi. Gürgân tahtının bu bilgin ve kudretli hükümdarı, kendi öz oğlu Abdüllâtif’in ihanetine uğramıştı.

Uluğ Bey, Ali Kuşçu için bambaşka bir mânâ taşıyordu. Her şeyden önce hocasıydı. Ondan matematik ve astronomi dersleri almış, eserlerini uzun uzun incelemiş, sohbetlerinde bulunmuş, hatta Doğancıbaşısı olduğu için, adının ucundaki “Kuşçu” lâkabı bile böylece yadigâr kalmıştı. Uluğ Bey, kendi kurduğu rasathaneye de müdür olarak Ali Kuşçu’yu lâyık görmüş, henüz tecrübesiz bir çağdayken bu dev rasathanenin başındaki çalışmalarda, ona bizzat yardımcı olmuştu. İşte Uluğ Bey’in bir ihanete kurban giderek öldürülmesi Ali Kuşçu’yu can evinden vuran bir olaydı.

Ali Kuşçu bu olayla çok kırıldı. Çoluk çocuğunu toparlayıp Tebriz’e geldi. Uzun Hasan kendisine o kadar saygı gösterdi ki, Konstantiniye Fatih’i, bir devri kapayıp yenisini açan genç cihangirle ihtilâfında aracılık etmesini istedi. Genç Fatih’in de bilgin olduğunu, bilginlere büyük saygı gösterdiğini biliyordu. İstanbul’da olup bitenler, kuş kanadıyla Tebriz’e ulaşıyordu. Şiîlerin casusları ve habercileri yalnız padişahın savaş niyetlerine ve hazırlıklarına dair haberler ulaştırmakla kalmıyorlardı.

Bunun üzerine Ali Kuşçu, kendisine bunca itibar eden Uzun Hasan’ın dileğini kırmayarak yol hazırlıklarını tamamladı. Semerkant’ta Kızıl Elma olarak bilinen eski Bizantium’a ulaştı. Haberciler; onun geleceğini daha önceden saraya uçurmuşlardı. Huzura kabul edildiği zaman Osmanlı hükümdarından beklemediği kadar iltifat gördü. Çünkü, kendisinden önce, eserleri İstanbul’ca biliniyordu. Uluğ Bey Rasathanesi’ndeki çalışmalarından, Semerkant’a aylarca uzak bulunan İstanbul’daki hükümdarın haberi vardı.

Osmanlı tahtında oturan II. Mehmet (Fatih), gayet dikkatli, bilgili, uyanık bir padişahtı. Âdet olan merasimle Uzun Hasan’ın elçisini kabul etmiş, dileklerini dinlemiş, ama hemen geri dönmesine izin vermemişti. Ondan, gelip artık batıya kaymış olan ilim merkezlerini aydınlatmasını, bilgisiyle İstanbul medreselerinde ilim heveslisi gençleri yetiştirmesini rica etti.

Bu teklif, Ali Kuşçu için beklenmedik bir iltifattı. Cefâlı olduğu kadar şefkatli olduğunu da bildiği Fatih’in isteği, onun için emir demekti. Ama, ahlâkı dürüst bir ilim adamı olduğunu şu sözlerle ispat etti: “Hünkârım izin verirlerse önce Tebriz’e döneyim. Çünkü burada bulunuşumun gerçek sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı’nın elçisi olmaktır. Elçiye zeval yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütufkar davetini kabul etmeden önce vazifemi iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni gönderen, bana güvenmiş olan insana bildireyim…”

Ali Kuşçu’nun bu mazereti, Fatih’e son derece akla yakın göründü. Padişah; iki şeye birden sevinmişti: Kuşçu, davetini kabul etmişti, gelip buradaki ilim öğrencilerini yetiştirecekti. İkincisi ise, son derece mert ve ahlâklı bir insandı. Her haliyle, medreselerde yetiştireceği gençlere örnek olacaktı. Bu sebeple, bir müddet daha misafir ettikten sonra kendisine izin verdi.

Değerli matematik ve astronomi bilgini Ali Kuşçu, sözünü tuttu. İki yıl sonra, ailesini de alarak Tebriz’den hareket etti. Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarından karşılanarak ihtişam içinde İstanbul’a getirildi. Ölümüne kadar da gençleri yetiştirmekle uğraştı. Kuşçu’nun ders vermeye başlamasıyla, İstanbul medreselerinde astronomi ve matematik alanında büyük gelişme oldu.

Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelişi önemlidir; çünkü o zamana kadar İstanbul’da astronomi ile uğraşan güçlü bir bilgin yoktu. Ali Kuşçu, Osmanlılar arasında astronomi bilimini yaydı.

Ali Kuşçu 16 Aralık 1474’te İstanbul’da vefat etti." deniliyor internet üzerinden yaptığım araştırmada.

* * *

Ben bu yazıyı Ali Kuşçu'nun vefatının sene-i devriyesi münasebeti ile kaleme almak istedim. Ayrıca Ali Kuşçu ile ilgili sizlerle paylaşmak istediğim beni çok etkileyen anekdot ise üç ayrı devlet liderinin takdirini kazanmış olmasıdır. Bu yazıyı kaleme almak istememdeki diğer amacım ise dünya tarihine damga vurmuş bu iki önemli ismin tarihimiz açısından önemini tekrar hatırlatmak. Her ikisinin ruhları şad, mekanları cennet olsun.

Yazımı sonlandırmadan önce Fatih Sultan Mehmet Han'ın İstanbul’u fethettikten sonra çevresindekilere söylediği “Bir şehri imar etmek, fethetmekten daha zordur. Şimdi İstanbul’u imar vakti.”sözü üzerinde düşünülmesi gereken bir sözdür. Bu sözden herkes kendince farklı anlamlar çıkarabilir. Ancak ben bu sözden ve Fatih Sultan Mehmet Han'ın tarihsel kişiliği ile ilgili edindiğimiz bilgilerden şunu anlıyorum. İstanbul'un fethi ile Osmanlı Devleti bir cihan devleti olmuş ve cihanın başkenti de İstanbul olmuştu. Bunu iyi gören Fatih Sultan Mehmet bence tüm alim ve sanat erbaplarını İstanbul'a davet ederek, bu güzelim şehri aynı zamanda cihanın ilim ve sanat başkenti haline getirmeye çalıştığını da düşünüyorum. İşte bu yüzden İmar kelimesinin bugünkü düşündüğümüz anlamda tekil değil, çoğul düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim.

En güzel günler sizlerin olsun.