CHP Eleştirisi mi, Yoksa Partiye İhanet mi?

Abone Ol

Değerli okurum, bir an düşünelim: 13 yıl boyunca CHP Genel Başkanlığını yapmış bir lider, koltuğunu kaybettikten sonra sanki düşman bir ülkenin partisinden söz ediyormuş gibi saldırıyor. Evet, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan söz ediyoruz. Partisini, yıllarca yanında duranları, kendi seçmenini şaşkınlığa ve hayal kırıklığına uğratıyor. İnanılması güç ama gerçek.

Düşünebiliyor musunuz? Ülkede işsizlik, yoksulluk, adaletsizlik tavan yapmış. İnsanlar gelecek kaygısıyla yatıp kalkıyor. Fakat eski genel başkan, kendi partisine doğrulttuğu en acımasız eleştiri oklarını, medyada sahneye çıkarak ve iktidarın elini ovuşturarak yapmayı seçiyor. Parti içinde bir tartışma deseniz değil. Partiyi içeriden değiştirme çabası deseniz, o da değil. Var olan tek şey, dışarıya açılmış bir cephe ve kesintisiz bir eleştiri bombardımanı.

Sokaktaki insanın sorusu ise şu: “Bu doğru mu? Bu cesaret mi?” Hayır. Bu, kendi partisini ve ona inananları dumura uğratmak, yıllarca emek verenlerin güvenini kırmaktır.

Yalçın Doğan’ın dediği gibi, “Tarihin doğru tarafında durmak cesaret ve kararlılık gerektirir.” Doğru; ama önce sorumluluk gerekir, önce dürüstlük gerekir, önce parti içi saygı ve disiplin gerekir. Bunlar olmadan tarihin doğru tarafında durma iddiası, abartılı bir tiyatro sahnesinden öteye geçmez. Üstelik bu sahne, iktidarın işine en çok yarayan gösteriye dönüşür.

Bakın çevrenize, sokaktaki insanlar ne diyor: “Biz umut ettik, oy verdik. Parti içindeki bir lider değişiminde, birlikte yürüdüğümüz yolun arkadan bıçaklanmasını beklemiyorduk.” Bu hayal kırıklığı derin. Çünkü sadece CHP’nin seçmeni değil, demokrasiye inanan herkes bu durumu bir ihanet olarak görüyor.

Düşünün: Bülent Ecevit yıllar önce seçimi kazandı ama İsmet Paşa’ya olan saygısını hiç yitirmedi. Parti disiplinini ve nezaketini korudu. Oysa Kılıçdaroğlu’nun bugünkü tavrı, sokaktaki insanın gözünde tam tersine işaret ediyor: Eleştiri kılıfıyla parti içi huzuru bozmak ve iktidarın alkışladığı bir tablo yaratmak.

Değerli okurum, bugün artık sorulması gereken soru şudur: Bu tavır cesaret mi, yoksa ihanetten başka bir şey değil mi? Ve bizler, yıllarca inandığımız partinin, eski bir liderin kişisel hesaplarıyla sarsıldığını izlerken kendi sesimizi yükseltmek zorunda değil miyiz?

Evet, hayal kırıklığı büyük; öfke ise haklı. Ama unutmayalım: Bu öfke yalnızca Kılıçdaroğlu’na değil, yıllarca umut bağladığımız demokrasiye sahip çıkma çağrısıdır. Ve sokaktaki ses, tarihin doğru tarafında durmanın sözle değil; sorumlulukla, inançla ve gerçek cesaretle olasılık kazanacağına inanıyorum.