“Amerika veya Batı, Arap Baharı beni çok ilgilendirmiyor,
her yazıyı okuyor, kendimce biriktiriyorum amma illaki Türkiye'nin batışı,
milletin aymazlığı, terör acımasızlığı canımı çok yakıyor. Bizim 2007'deki
Cumhuriyet Mitinglerimiz gerçek bir halk hareketi idi, fakat askerler özellikle
Genelkurmay Başkanı tarafından çok güzel kontrol altına alındı. Düzenleyiciler
kim olursa olsun, nasıl manipüle edildiği soru işaretli olsa da halkın
heyecanına şahit olduğumdan önü kesilmese şimdi ne Erdoğan ne AKP bu kadar
güçlü olabilirdi. Terör örgütü bu kadar cesaretli adımlar atabilirdi. O
mitingleri o günkü saf ruhuyla canlandırabilen, düzenleyip halkı
heyecanlandırabilen her kim olursa hem tarihe geçer hem de Türkiye'yi bu din,
tarikat, yolsuzluk bataklığından, terör belasından kurtarabilir, Türkiye'nin
yeni lideri olabilir. Ben gibi Atatürkçü ümitvarlar o kalkışmayı
bekliyoruz.”Banu Avar’ın “KÜRESEL DİRENİŞ’İN SPONSORLARINA BAKIN! DURUMU
ANLAYIN!” başlıklı yazısına yazılan bu yorum ülkemizde son dönemde yaygın olan
bir bakışı ifade etmektedir. Bu nedenle üzerinde özenle durulması
gerekmektedir. İlk cümleden başlayalım. “Amerika veya Batı, Arap Baharı beni
çok ilgilendirmiyor”
Çağımız emperyalizm çağıdır, baş çelişme emperyalizm ile
ulus devletler arasındadır. Büyük Ortadoğu Projesi, Genişletilmiş Kuzey Afrika
Projesi sonucu Türkiye “sivil anayasa” tertibi ve terör üzerinden parçalanıp,
bölünmeye çalışılmaktadır. Bakış açımızda bütün-parça ilişkisini göremezsek
sebep-sonuç perspektifini kaybederiz. İşte o zaman, “Türkiye'nin batışı,
milletin aymazlığı, terör acımasızlığı canımı çok yakıyor” demenin bir anlamı
kalmaz.
“Bizim 2007'deki Cumhuriyet Mitinglerimiz gerçek bir halk
hareketi idi, fakat askerler özellikle Genelkurmay Başkanı tarafından çok güzel
kontrol altına alındı.”
2007 mitingleri için İlk Kurşun Gazetesi’nde yayınlanan seri
söyleşimiz demek ki yeterince ilgi görüp okunmamış.
2007 mitinglerinde görülen temel zaaf kitlelerin sokağa
çıkmaları değil, örgütsüz olmalarıdır. Evet, bu mitingler, ama özellikle
Tandoğan’daki kitlesel kalabalık emperyalizmin ve hempalarının dikkatini çekmiş
ve ürkütmüştür. Ama mitinglerde kullanılan sloganlar göstermiştir ki o büyük
kitlenin tamamı baş düşman saptamasında birleşememiştir.
Sloganları hatırlayınız… En baskın slogan “Türkiye laiktir,
laik kalacak”, “Çankaya’nın yolları şeriata kapalı” idi. Kitlelere fark
ettirilmeye çalışılan tehlike laikliktir. Hâlbuki gerçek tehlike bugün kenarına
getirildiğimiz federasyon tertibiyle bölünmedir. Unutmamamız gereken çok önemli
bir gerçek, yıkılan ulus devletlerin yerine bir başka devletin yeniden inşa
edilemeyeceğidir.
Bağımsızlığını yitiren, eyaletlere bölünen, parçalanan ülke
laik olmayı başarabilir. Örneğin Yugoslavya'dan kopan Kosova laik ama yarı
sömürge federatif bir devlettir. İşte zurnanın zırt dediği yer…
Türk milletini tek çatı altında birleştirecek slogan “Ne ABD
Ne AB Tam Bağımsız Türkiye” idi… Hâlâ da öyle… Yani her türlü etnik, dini,
siyasi ayrılıkları öteleyerek milleti birleştirmektir. Millete, dini siyasete, ticarete ve hatta Mustafa
Kemal'in işaret ettiği gibi yabancılarla işbirliğine alet eden AKP'nin
iktidarda kalabilmek için, CFR'ye, Türkiye'yi federatif sisteme götürme sözü
verdiği anlatılmalıdır.
Eşbaşkanlığın, bir ABD projesi olan BOP'nin görevlisi olduğu
ve bu proje ile Türkiye'nin haritasının değişeceği mutlaka açıklanmalıdır.
Topluma bıkmadan, usanmadan anlatılmalıdır.
Ne yapılmıştır Tandoğan Mitingi sonrası?
Mitinge katılan bazı derneklerin başkanları sistemin
kanallarında sırayla konuşturularak “Türkiye laiktir laik kalacak” ifadesi altı
çizilerek tekrarlatılmış ve inançlı kesim yaklaşan seçimlerde AKP’ye teslim
edilmiştir. AKP mitinglere karşı hamleyi “Laiktir laik kalacak”, “Çankaya’nın
yolları şeriata kapalı” diyenleri halka şikâyet ederek, karşı hamleyi yapmış ve
bunda da başarılı olmuştur.
Mitingler bitmiş, bayrağını toplayanlar ayrı, ayrı
derneklerine ve partilerine dönmüşlerdir. Oltadaki yem ise CHP ile DSP’nin
birleşmesi hayali olmuştur. Sanki iki parti birleşse tehlike bertaraf olacakmış
gibi…
“Nasıl manipüle edildiği” sorusuna da yanıt vermeye çalıştık
görüldüğü gibi. Örgütsüz toplumun heyecanı sabun köpüğü gibi uçup gitmiştir.
Kavranması gereken halka örgütsüz kitleleri miting yapmak
için sokağa çıkarmak değil, yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi milleti
her türlü etnik, dini, siyasi ayrılıkları öteleyerek birileştirmektir.
Bu örgütleme çalışmasında ortak anlayış Türkiye’nin birlik
ve bütünlüğünün, hatta sınırlarının dahi tehlikede olmasıdır. Diğer adım, her
türlü parti, dernek, sendikada tabandan başlayarak hatta mahallelerde çalışarak
toplumda yaşanan uyuşturulmayı bitirmektir.
Yakın zamanda Tunus’ta, Mısır’da yaşananlar ve bugün ABD’de
sokağa çıkarılan kitlelere bakınız. Tunus ve Mısır’da raf kullanma tarihi
geçmiş diktatörler indirilmiş, yerlerine ABD’ye hizmet edecek yıpranmamış
isimler getirilmiştir. Suriye’de
yaşananlar ABD’nin denetleyemediği Esat’ın devrilmesi içindir. Eğer ölçüt
diktatörlük ise Suudi Arabistan ve diğer diktacı ülkelerde niye muhalefet
yellenmiyor? Çünkü o rejimler ABD’ye hizmet etmektedirler. Son kullanma
tarihleri bitene kadar da kullanılacaklardır. Emperyalizm için sağ, sol, dindar
gibi kavramlar değil kendi çıkarlarına hizmet esastır. Sağ, sol, din gibi
kavramlar, kitleleri yönlendirmek için kullanılan malzemedir emperyalizm için.
Ve emperyalizm bu araçları, ulus devletleri çökertmek,
birbirleri ile çatıştırmak için silah haline dönüştürmekte son derece
başarılıdır.
Son günlerde yapılan bir ankete göre AKP’ye oy veren üç
buçuk milyon kişi kendini “Atatürkçü ve Kemalist” (!) olarak nitelemiştir. Bu
üç buçuk milyon Kemalist ve Atatürkçü iseler, altmışına merdiven dayamış
bendeniz de Marlon Brando’yum veya Brad Pit..
“Atatürkçüyüm” demek yetmiyor işte… Meselenin turnusol
kâğıdı birilerinin ne dediği değil ne yaptığıdır.
Gökten Mesih bekler gibi oturarak, Atatürkçü olunmuyor ne
yazık ki…
Kapıları tek, tek çalarak vatanın birliğinin, kanla,
irfanla, devrimle kurulan Cumhuriyet’in tehlikede olduğunu anlatmak ve anlatmak
görevimizdir. Aranan lider bu mücadele
sürecinden çıkacaktır.
“Çift sürüp ekin ekmeyen / Sofraya yemek dökmeyen / Arı
kadrini çekmeyen / Balın kadrini ne bilir?”
Böyle diyor Resmiye Arasan? Balın kadrini kim bilir?
Şimdi ben bir soru sorayım.
Eşek arılarının bal ürettiği hiç görülmüş müdür? Hadi üretti
diyelim, o bal yenir mi?
Meraklısı için parantez: (Resmiye Arasan, sinema yönetmeni
ve şair İsmet Arasan’ın annesidir. Yukarıdaki dörtlük İsmet Arasan’ın annesine
ve babasına adadığı Zelenika adlı şiir kitabından alınmıştır. Laf aramızda,
Zelenika’yı okumanızı öneririm…)