Köy Enstitülü, emekli eğitimci ağabeyim Mehmet Gündoğar, (1932-19.08.2025) İzmir – Karşıyaka – Bostanlı’daki evinde 19.08.2025 Salı günü 93 yaşında Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Acımız tarifsizdir. Allah rahmet etsin. Yeri cennet olsun, ışıklar içinde uyusun. Aşağıdaki BİR ÖMRÜN ÖZETİ adlı şiirimi onun anısına saygı ve içtenlikle sunuyorum.
BİR ÖMRÜN ÖZETİ
Dokuz yüz otuz iki, Gündoğar’ın evinde;
Dünyaya gülümsedi, Çorum Çıkrık köyünde.
Ailenin ilk oğlu, adı Mehmet konuldu;
Gelişiyle aile mutlu, bahtiyar oldu.
Babası Katip Arif, annesi Ayşe idi;
İlkokula başladı yaşı olunca yedi.
Yokluk ve yoksunlukla geçti hep çocukluğu;
Köyde aynı kaderi paylaşmaktaydı çoğu.
Babadan arta kalan işler artık onundu;
Yazın güneşte yandı, kışın ayazda dondu.
Zamanla kardeşleri arttıkça artacaktı;
Kendisiyle beş erkek, iki kız olacaktı.
İlkokul bitiminde elbet okuyacaktı;
Samsun, Ladik, Akpınar okulu olacaktı.
Okul Köy Enstitüsü, ülkemize ışıktı;
Öğrenciler bilime ve sanata aşıktı.
Eğitim, öğretimle, üretim birlikteydi;
Atölyede, bahçede, tarlada, derslikteydi.
Kazma, kürek, bel, çapa birbirine eş olmuş;
Kitap işle buluşup, toprakla kardeş olmuş.
Dokuz yüz elli bir’de, mezun oldu okuldan;
Bakan Yücel ve Tonguç hiç çıkar mı akıldan?
İlk görev yeri onun Amasya Kovay Köyü;
Çok severdi romanı, şiiri ve öyküyü.
Salt öğrenci okutmak değildi görevleri;
Halkı aydınlatarak, ışıttılar köyleri.
Okulda kazanılan köylerde uygulandı;
Köyler öğretmenlerin çabasıyla canlandı.
Meslek sahibi olan bir yuva kuruyordu;
Yalnız yaşayanlara yaşam gerçekten zordu.
Her genç gibi elbette o da evlenecekti;
Onun gönlü de köyde güzel bir kızı çekti.
Adı Nurdane idi, Mustafa Doğan kızı;
Ömrü boyunca oldu yaşamının yıldızı.
Dokuz yüz elli üç’ün, 13 Aralık günü;
Mehmet’le Nurdane’nin yapılmıştı düğünü…
Bir şenlik havasında yuvaları kuruldu;
İkisi de elbette mutlu, bahtiyar oldu.
Kovay Köyünden sonra, geldi Çorum iline;
Sevgiyle bakıyordu dikenine, gülüne.
Yapıldı ataması, Kargı, Köprübaşı’na;
Okuttu beş sınıfı burada tek başına.
Türklüğün gururuyla hem gerine gerine;
Her sabah “Andımız”la başladı derslerine.
Var gücüyle çalıştı, çocukları eğitti;
Atamızın açtığı aydınlık yoldan gitti.
Atatürk, vatan, bayrak ve ulus sevgisini;
İşledi yüreklere, sevdirdi kendisini.
Ulusal bayramları coşkuyla kutladılar;
Kafalar aydınlandı, elbet çağ atladılar.
Cumhuriyetin aydın, çağdaş öğretmeniydi;
Toplumu aydınlatan bir halk eğitmeniydi.
Atama, Mecitözü Çağna Okulunaydı;
Çalışmaları çağdaş uygarlıktan yanaydı.
İlk çocukları erkek, Ziya dediler ona;
Evde bir şenlik idi ana ve babasına.
Evlilik meyvesiyle arttı mutlulukları;
Böyle bir mutluluğu kıskanırlar çokları.
Burda da tek öğretmen olarak çalışmıştı;
Açıkça her çileye, zorluğa alışmıştı.
Toprak ana işlenip, bahçesi yeşerdikçe;
Örnek oldu köylüye, toprak ürün verdikçe.
O salt okulda değil, topluma da ışıktı;
Giyim ve kuşamıyla, davranışları şıktı.
Çağna Elmapınar’ı kardeşine bıraktı;
Çorum Karabürçek’te yeni bir ocak yaktı.
Burada da beş sınıf bir arada okurdu;
Yine tek öğretmendi, güzelliği dokurdu.
İkinci çocuk kızdı Mahinur oldu adı;
Bu köyde de bir yıldan fazla çalışamadı.
1960’ta yedek subay askerdi;
Edremit ilçesinde askerlik sona erdi.
Bu kez de ataması Çorum Yeşildere’ydi;
Yine tek öğretmendi, rahat huzur göreydi.
Üçüncü çocuğunnn Akif koydu adını;
Her birinin doğuşu onlara tatlı anı;
Okulun bahçesini bel, tırmık ve çapayla;
İşleyip meyve, sebze aldı bin bir çabayla.
Bu tür çalışmaları örnek oldu köylüye;
Sorun taşa, toprağa onu size söyleye.
Dördüncü çocuk erkek ve Latif kondu adı;
Ailenin böylece tamam oldu muradı.
Köyde nice çocuğu eğiterek gayretle;
Köylüyse çabasına bakarlardı hayretle.
Görevi tam yapıyor, her konuda örnektir;
Köylü de takdir eder: “Öğretmenimiz tektir!”
Sonra Çıkrık köyüne ataması yapıldı;
Bu köy kendi köyüydü, orada bir yıl kaldı.
“23 Nisan” günü “Ulusal Egemenlik;
Ve Çocuk Bayramı”ydı; yok idi senlik benlik.
19 Mayıs günü kurtuluşa ilk adım;
Dedi: “30 Ağustos, zaferleri kutsadım.
29 Ekim’de Cumhuriyet Bayramı;
Yüce Atatürk’ümün, bütün dünya hayranı…”
Her zaman başarılı, örnek bir öğretmendi;
Yaşam boyu teftişte, müfettişler beğendi.
O nedenle sicili “çokiyi”, “üstün” dolu;
Yoluysa hem çağdaşlık, hem de uygarlık yolu.
Ev yaptırdı Çorum’da aldığı arsasına;
Zaten çoktan girmişti Çorum’un sırasına.
Çıkınca da sırası taşındılar Çorum’a;
Her şeyde başarılı, gerek var mı yoruma?..
Bahçelievler idi, Çorum’daki okulu;
Sabırlı, hoşgörülü, yüreği sevgi dolu…
Binlerce öğrenciyi okuttu ve eğitti;
Ömrünce Atatürk’ün açtığı yoldan gitti.
Okuttuğu onlarca çocukların pek çoğu;
Yurda yararlı olup, tattırdı mutluluğu.
Kimi mühendis, mimar, bankacı ve denetmen…
Kimisi de avukat, memur, subay, öğretmen;
Hemşire, yargıç, yazar ve sağlıkçı oldular;
Başarıyı, huzuru, mutluluğu buldular.
O, öğrencilerini, öğrenciler de onu;
Asla unutmadılar “vefa” olunca konu.
Her zaman aradılar, yürekte yaşattılar;
Vefalı davranarak, sevgiyle kuşattılar…
Ziya öğretmen olup izledi babasını;
Mahinur, Akif yaptı memurluğun hasını.
Latif’se emniyetçi yaman bir polis oldu;
Böylece dört yavrusu ekmeklerini buldu.
Sırayla evlenerek kurdular yurt ve yuva;
Ana babalarından aldılar hayır dua.
Hizmet yirmi yedi yıl, yıl yetmiş sekizde;
Emekli oldu artık, rahat edecek sözde.
Küçük bir market açtı ortağıyla birlikte;
Ortak olamadılar ne yazık ki dirlikte.
Mart dokuz yüz seksen’de terk eyledi Çorum’u;
Geçti gitti İzmir’e, yok bu işin yorumu.
İkinci yurdum dedi, İzmir’i mesken tuttu;
Karşıyaka- Bostanlı, uzun süre avuttu.
İkişerden toplamı, sekiz oldu torunlar;
Dilekler onlar için mutlu olsun yarınlar.
Sosyal yaşamımıza katkı olsun diyerek;
Boş durmadı birkaç iş yapmayı deneyerek…
Ancak tatmin etmedi yaptıklarının çoğu;
Yoktu öğretmenliğin, onlarda mutluluğu.
Okulu Evrenpaşa öğretmenliğe döndü;
Düşlerini süsleyen çocuklarla övündü.
Doksan bir, doksan altı, beş yıl daha çalıştı;
Sevinci, mutluluğu yüce dağları aştı.
Kültür, sanat ve yazın, bitimsiz tutkusuydu;
Şiir, öykü ve roman sanatsal duygusuydu.
Okumaya, yazmaya elbet ayırdı zaman
Şiir ve öykü ile, yazdı, beş taslak roman;
Sanatsal ürünleri gazete, dergilerde;
Okur ile buluştu, geçmiş güzel günlerde.
Doğaldır her ölümlü, vadesi yettiğinde;
Hakka yürüyecekti günleri bittiğinde.
Yıl iki bin on sekiz, can eşi sayrılandı;
Başlangıçta önemsiz, bu bir sayrıdır sandı.
Zamanla anlaşıldı, umarsız bir sayrılık;
Getirdi ikisine; yazık! Sonsuz ayrılık.
27 Eylülde uçmağa oldu melek;
Mekanı cennet olsun, yüreklerdeki dilek.
Sonsuz dinlenme yeri, toprağa defnedildi.
“Tanrım rahmet ederek nurda yatsın” denildi
Yaşamın en acısı, eşi için bu yitim;
Kalmıştı çocuklayın hem öksüz, hem de yetim.
Eş yitimi kararttı aydınlık dünyasını;
Acıdan yontu oldu, tutuyorken yasını.
Ondan geriye kalan acı tatlı anılar.
Düştükçe aklımıza gözlere yaşlar dolar.
Yaşlılıkta tansiyon, kolesterol ve şeker;
Bu tür hastalıklardan yaşlılar neler çeker.
Romatizma, vertigo, felç ve göz tansiyonu;
Unutkanlık, depresyon, yoktur bunların sonu.
Kimi hastalıklar da ağbeyime musallat…
Onu bir umar için doktorlarına anlat.
Bir ikinci adrestir, yaşlıya hastaneler,
Ve de uğrak yeridir yaşlıya eczaneler…
Yıl, iki bin yirmi beş, on dokuz ağustos’ta;
Son kez veda ederek aile, eşe, dosta…
Vakti saati geldi ve de Hakka yürüdü;
Tüm seven yürekleri, acı bir yas bürüdü.
Her canlı er ya da geç, ölümü tadıcıdır.
Ölüm acısı ise, her acıdan acıdır.
Nice ortak anılar, ağabeyimden kalan;
Bunca yaşanmışlıklar, say ki bir tatlı yalan.
Yazılanlarsa elbet, geleceğe kalacak,
Kişiyi yaşatacak, bunlar olacak ancak…
***