ADALETİN NEFESİ

Abone Ol

Hz. Davut Aleyhisselam zamanında, yaşlı bir kadın üç yetimiyle yoksulluk içinde yaşam mücadelesi veriyordu. Günlerce çalışıp bir çuval un kazanmış, evine dönerken çocuklarına ekmek yapma hayaliyle yürüyordu. Ancak bir anda çıkan sert bir rüzgâr, o çuvalı omzundan alıp uzaklara savurdu. Kadın şaşkınlık içinde kaldı, gözyaşlarına hâkim olamadı.

O sırada henüz çocuk yaşlarında olan Süleyman Aleyhisselam oradan geçiyordu. Kadını görünce sordu:

“Ey ana, neden ağlıyorsun?”

Kadın yorgun ve üzgündü:

“Git evladım, derdim bana yeter.”

Ama Süleyman Nebi’nin kalbi adaletle doluydu.

“Anlat ey ana, ben Davut Peygamber’in oğluyum,” dedi.

Kadın içini çekti: “Çocuklarım aç. Günlerce çalıştım, bir çuval un kazandım. Fakat rüzgâr geldi, onu uçurdu gitti. Şimdi ne onlara yemek var ne bana güç.”

Süleyman Aleyhisselam sükûnetle cevap verdi:

“O halde rüzgârı babama, Davut Peygamber’e dava et.”

Kadın şaşkındı:

“Evladım, hiç rüzgâr dava edilir mi?”

Süleyman tebessüm etti:

“Et ana. Çünkü adalet, yalnız görüneni değil, görünmeyeni de araştırmaktır.”

Kadın çaresizce saraya gitti. Hz. Davut vezirleriyle meşguldü. Kadını dinledi, gülümsedi ve dedi ki:

“Rüzgâr dava edilir mi? Verin şu kadına bir çuval un, gitsin.”

Kadın sevinçle ayrılırken Süleyman onu kapıda karşıladı:

“Ey ana, hakkını mı aldın, yoksa sadaka mı?”

Kadın bir an sustu.

“Babam sana sadaka verdi, davanı görmedi,” dedi Süleyman.

“Git ve hakkını iste. Çünkü adalet, sadece vermek değil, yerini bulmaktır.”

Kadın tekrar içeri girdi. Davut Aleyhisselam ikinci bir çuval un verdi.

Fakat Süleyman yine ısrar etti:

“Ey ana, adalet tamamlanmadı. Çünkü hak aranmadıkça eksik kalır.”

Davut Peygamber bu ısrara şaşırdı. O gece secdeye kapanıp Rabbine niyaz etti:

“Yarabbi, bu işin hikmeti nedir?”

Cenab-ı Hak, Cebrail Aleyhisselam’ı gönderdi:

“Ey Davut, askerlerini sabah limana gönder. Bir gemi gelecek, hakikat onunla gelecektir.”

Sabah, askerler limanda bir gemi gördüler. Gemiden tüccarlar indi. Huzura çıkarıldıklarında şöyle dediler:

“Fırtınaya yakalandık. Gemimiz delindi, batmak üzereydik. Dua ettik: ‘Yarabbi, bizi kurtarırsan malımızın onda birini sadaka vereceğiz.’ Tam o anda bir çuval un uçtu geldi, deliği tıkadı, suyun girmesini engelledi. Gemimiz kurtuldu. İşte o unun hakkı olarak şu üç tabak altını getirdik.”

Hz. Davut, yaşlı kadını huzura çağırdı:

“Ey ana, işte rüzgârın getirdiği adalet. Bu altınlar senin ve yetimlerinin hakkıdır.”

Kadın sevinç gözyaşlarıyla ayrılırken Süleyman Nebi şöyle dedi:

“Ey ana, gördün mü? Eğer hakkını aramasaydın iki çuval unla yetinecektin.

Ama sabır ve adalet seni hakikate ulaştırdı.”

*

Bu kıssa, sadece bir dönemin değil, her çağın dersidir.

Çünkü adalet, taş duvarlı mahkemelerde değil, insanın vicdanında başlar.

Rüzgâr, belki o gün bir kadının ununu uçurdu ama aynı rüzgâr, Allah’ın hikmetiyle bir gemiyi batmaktan kurtardı.

O yüzden kimse “Bu bana neden oldu?” demesin.

Bazen kaybettik sandıklarımız, kurtuluşun anahtarı olur.

Adalet, bazen sessizdir, bazen görünmez.

Ama Allah’ın adaleti, hiçbir zaman eksik işlemez.

Gecikir, sınar, sabrı ölçer ama mutlaka yerini bulur.

Hz. Süleyman’ın dediği gibi:

“Sadaka kalpten gelir, adalet haktan gelir.”

Biri gönlün lütfudur, diğeri Allah’ın emridir.

Bugün dünyada haksızlıklar çoğalsa da,

her kul bilsin ki ilahi adalet daima yerini bulur.

Rüzgâr kimi zaman yıkar, kimi zaman taşır,

ama sonunda hak, sahibine ulaşır.

Sevgiyle kalın..