Trump, Erdoğan’ı öylesine övdü ki; sanırsınız gökten zembille inmiş bir kurtarıcı ile konuşuyor. “Muazzam bir ordu kurdu, çok saygın biri, Suriye’yi kurtardı, Avrupa’da herkes ona saygı duyuyor, harika ürünler yapıyorlar, biz onlardan çok şey alıyoruz” diyor. Bu kadar övgü bir araya gelince insanın ister istemez kuşku duymaması olanaksız. Zira Georgi Dimitrov’un, “Düşmanın seni ancak hata yaptığında över” diye başlayan sözünü anımsıyor insan. Çünkü ABD yağ sürüyorsa, seni fırına atmaya hazırlanıyor demektir.
ABD’nin mantığı belli: Meyvesiz ağacın dibine su dökmez, beş almadan bir vermez, beceremediği sıpaya da semer vurmaz. O yüzden bu kadar ballı sözün arkasında mutlaka bir fatura vardır. Peki, gerçekten masadan biz ne aldık? Hiçbir şey. Onlar ne sattı? Doğalgaz, uçak, tarım ürünü… Hemen burnumuzun dibinde Rusya dururken Atlantik ötesinden gaz ithal etmek hangi aklın ürünü? Hem daha pahalı, hem daha mantıksız. Halk pazarda çürük domates arar, yarım kilo soğanı hesap ederken milyarlarca dolarlık uçak almak, halkın değil, iktidarın Trump’a yaranma isteğidir.
Peki, o uçaklar şu an için gerekli mi? Hayır. Emeklinin uçan kuşa borcu var. Çiftçi tarlasında ürününü satamıyor, işçinin mutfağında yangın var. Gaz ve ithal tarım ürünü almak halka yeni bir yük demektir. İşte tam burada Trump’ın övgülerinin asıl nedeni ortaya çıkıyor: Siyasi rüşvet. Övdükçe satıyor, sattıkça övüyor. Masada ne demokrasi vardı ne insan hakları; tek konu iktidarların çıkar ve menfaatleri.
Yandaş medya ise mest olmuş. Trump’ın övgülerini manşet yapıyor, Erdoğan’la çektirdiği fotoğrafları basıp “Bu fotoğraftan gurur duymayan ülkeyi terk etsin” diye naralar atıyorlar, kendinden geçiyorlar. Fotoğrafın bir yanında Erdoğan, diğer yanında Gazze katili Trump… Peki, bundan neyin gururunu duyacağız? “El elin eşeğini türkü söyleyerek arar” örneği, kendi halkına sırtını dönüp el kapısından övgüyle avunmak hangi aklın eseri?
İşin ilginç yanı, övgünün ardından ince ince tokatladılar. Trump, Erdoğan’ı işaret ederek: “Hileli seçimleri en iyi o bilir” dedi. Brunson için “35 yılla yargılanıyordu. Bir telefon ettim bıraktı” diye dalgasını geçti, Türk adalet sisteminin bağımsız olmadığını vurguladı. ABD’nin Ankara Büyükelçisi de “Demokratik görünüyor ama otoriter gibi” diyerek noktayı koydu. Yani pamuk eldivenlerle tokatladılar. Bizim yandaş medya da bunu alkışladı. “Kör tuttuğunu öper” derler ya, biz de övgü sanıp yediğimiz tokadı unuttuk.
Bir ülkenin meşruiyetini Trump mı verir, yoksa halk mı? Eğer meşruiyet dışarıdan ithal ediliyorsa, o koltuk zaten yok hükmündedir. Demokrasi, halkın sandıkta verdiği iradeden doğar. Unutmayalım ki: El kapısında övünüyorsan, kendi kapında dövünüyorsun demektir. Halkın iradesi yoksa, Trump’tan alınacak “meşruiyet sertifikası” kâğıt mendile benzer; bir silimliktir.
Ezel ezelden ABD’nin tavrı değişmedi: Kendi çıkarına hizmet eden liderleri över, destekler. Ama her övgünün arkasında sömürü, her desteğin arkasında ağır bedel vardır. Bugün de bu durum değişmedi. Bize düzdükleri övgünün karşılığında pahalı gaz, gereksiz uçak ve çiftçinin belini kıracak tarım ürünleri sattılar.
İşin aslı Trump bizi övmedi. Trump bizi dövdü. Tebessüm ederek ve pamuk eldivenlerle dövdü. Biz eldivenlere ve Trump’ın gülümsemesine bakıp övüldüğümüzü sanıyoruz. Yazık.