Geçtiğimiz Cuma günü, ALÇED (Alanya Çevre Derneği) olarak, açtığımız kampanya sonucu topladığımız giysileri, temizlik malzemelerini, ilaçları ve diğer gerekli araç gereçleri, bir ekip olarak yangın bölgesi Manavgat’a götürdük.

Manavgat’ta görüştüğümüz yetkililerin yönlendirmesiyle de, bir başka yangın mağduru Gündoğmuş’a bağlı Senir Mahallesine gittik.

… …

Bu yazımda, bu süreçte, beni ve ekip arkadaşlarımı çok şaşırtan ve etkileyen gözlemlerimizi, sizlerle paylaşmak istiyorum.

* Yol boyu gördüğümüz görüntüler korkunçtu. Ağlaya, isyan ede Senir Mahallesi’ne ulaştık. Yanan evleri, mezarları, ağaçları, ahşap elektrik direklerini, yanmış kopmuş, yerlerde sürünen kabloları gördük. Her şey ama her şey simsiyahtı ve yerle bir olmuştu.

* Gördüğümüz, yaşadığımız ve yöre halkından aldığımız bilgiler ışığında, bende ve ekip arkadaşlarımda; bu korkunç olayı; “yanan” değil, “YAKILAN / YAKTIRILAN ORMANLARIMIZ” olarak değerlendirmenin, çok daha doğru bir niteleme olacağı kanısı oluştu.

* Gittiğimiz bölgelerde yurdun dört bir yanından gelmiş insanlar ve araçlar gördük. Düşünebiliyor musunuz; Erzurum’dan gelmiş itfaiye aracı ve itfaiyeciler vardı.

* Yardım için gelmiş, eli kolu, yüzü yandığı halde ısrarla hâlâ orada bulunan, yardım için çırpınan gençlerimizi gördük ve duygulandık.

* Beni ve de ekip arkadaşlarımı en çok şaşırtan ve etkileyen olay; yangın mağduru halkımızın son derece vakur ve tokgözlü olması oldu. Evleri yanmış, bitmiş tükenmiş o halk geldi; getirdiklerimize baktı, sadece gereksindikleri giysi / ayakkabı/ terlik ve diğer malzemeleri aldı.

Dağıtmak üzere getirip yaydığımız giysi, ayakkabı ve de diğer araç gereçleri, ısrarla verme isteğimizi geri çevirdiler ve “gerçek gereksinim sahiplerine verirsiniz, benim / bizim gereksinimimiz yok” dediler…

Oysa ben yol boyu, “götürdüğümüz malzemelerin mağdur halk tarafından kapışılıp, yağmalanacağını” düşünmüştüm. (Böyle düşündüğüm için utandım ve kızdım kendime)

* Dönüş yolunda yanmış mezarlıkta, bir mezardan duman yükseldiğini gördük. Pikabımızdan inip, pikabımızda olan tüm su şişelerini boca ettik, dumanı söndüremedik.

Geri dönüp, itfaiyeye haber verdik, onlar geldiler; ellerindeki yangın söndürme tüplerini sıktılar; duman söneceği yerde adeta bir duman patlaması oldu. Mezarın üstü gibi altı da mezarın içi de yanıyordu.

*

Ve…

Ve yol boyu, yangının ulaşamadığı ağaç diplerinde, yüzlerce atık cam, pet şişe ve naylon torbalar gördük.

İşte biz buyuz.

Pırıl, pırıl bir kalbimiz var.

Yardımseveriz.

Ama eğitimsiz ve görgüsüzüz.

Pisiz...

Yeşili, ağacı seviyoruz ama bilinçsizce, ruhsuzca…

Olsun istiyoruz ama korumasını bilmiyoruz.

Bu ormanları yakan etmenlerden birinin de; ormanlık alana atılan cam şişeler, yanıcı atıklar olduğunu biliyoruz ama eğitimsiz beynimize elimize, kolumuza sahip çıkamıyoruz.

Bir yandan yanan ateşi söndürmek için olağanüstü çabalar ve özveri gösteriyor; diğer yandan arkamızda ormanların yanmasına neden olan atıklar bırakıyoruz.

* Son söz.

Dönüş yolunda; ekip arkadaşlarımda suçlu aradık; en büyük suçlunun, bu yangınlara hazırlıksız yakalanan İKTİDAR olduğunun kararına vardık.

* * *

Akşam haberlerini izlerken Sayın Cumhurbaşkanı, “Ana Muhalefet Lideri yalan söylüyor; yanan yerlerin iskâna açılmasına izin vermeyeceğiz!” dedi.

Göreceğiz.

Göreceğiz bakalım kim yalan söylüyor…