Zaman zaman arşivime girer hangi tarihte ne yazmışım, onları okurum tek tek.

Aşağıdaki yazıyı 12 Nisan 2004 tarihinde yazmışım.

Beni derin bir hüzne boğan ve o günümü zehir eden bu olayı, sizlerle paylaşmak istedim.

* * *

“...Bir evrenkentimizin (üniversite) işletme bölümünden yeni mezun olan A.G., yeterli olmayan İngilizce’sini geliştirmek için İngiltere’deki yabancı dil okullarından birine başvuruyor.

Vize için istenen gerekli belgeleri tamamlayıp, İstanbul’daki İngiltere Başkonsolosluğu’na gidiyor.

Konsolosluk görevlisi, kimlik, iyi hal kâğıdı, ikâmetgah ve öğrenim durumuyla ilgili bilgileri aldıktan sonra; ‘ailenizin gelirine ilişkin belgeleri rica edeyim’ diyor.

Delikanlımız her ikisi de çalışan anne ve babasının maaş çizelgelerini uzatıyor. Maaş çizelgelerine göz gezdiren görevli, yüzünü buruşturuyor; ‘ailenizin geliri, sizin İngiltere’deki masraflarınızı karşılayamaz’ diyor ve ekliyor; ‘çünkü anne ve babanızın maaşları yoksulluk sınırının altında...’

Delikanlımız hemen pes etmiyor tabi... Hemen oturdukları evin tapusunu gösteriyor.

Konsolosluk görevlisi hafiften gülüyor; ‘Ailen seni İngiltere’de okutmak için evini mi satacak? Haydi sattı diyelim; o zaman yoksulluk sınırının altındaki maaşıyla ev kirasını nasıl ödeyecek?...’

Delikanlımız son bir umut, bu kez de ailesinin sahip olduğu yerli otomobilin ruhsatını gösteriyor. Görevlinin yüzündeki gülümseme, yerini acıma duygusuna bırakıyor. ‘Bu arabayı kim alır?’ diyor. ‘Müşteri çıksa bile, ne eder ki? Haydi sattılar diyelim, hafta boyunca otobüs veya servisle işe gidip-gelen anne ve babanın tek lüksleri olan, ayda yarım depo benzinle hafta sonlarını evin yakınlarında gezme keyfini de ellerinden almaya vicdanın nasıl razı olacak?...’

Görevli olumsuz anlamında başını iki yana sallıyor ve delikanlımıza kapıyı gösteriyor.

Delikanlımız ağlamamak için dudaklarını ısırıyor. ‘Keşke... keşke yerin dibine girseydim de, bu sözleri duymasaydım’ diye mırıldanıyor sürekli... Engelleyemiyor artık gözyaşlarını

Birkaç gün kendine gelemiyor.

Sonra dostları yeni bir umut kapısı gösteriyor, diyorlar ki; ‘Kıbrıs’taki İngiltere Büyükelçiliği daha anlayışlı. Şansını bir de orada dene...’

Koltuğunun altında yine o kalınca dosya, bu kez Kıbrıs’a gidiyor.

Oradaki görevli de rutin kimlik bilgilerinden sonra, o ünlü baraj sorusunu yöneltiyor delikanlımıza. “Aileniz, sizin İngiltere’deki geçiminizi sağlayabilecek mi? Belgelerinizi verin lütfen...’

Delikanlımız içinden dualar ederek, belgeleri görevliye uzatıyor.

Görevli, evraklara şöyle bir bakıyor... bazı hesaplar yapıyor ve kararını açıklıyor: ‘Annenizin ve babanızın ücretleri toplamı, burada sizi içeriye alan kapıcının maaşının altında...’

Delikanlımız telaşla, konutlarının tapusunu, eski model yerli arabalarının ruhsatını gösteriyor.

Gözünün ucuyla tıpkıçekimlere (fotokopi) bakan görevli omuz silkiyor. “Yeterli değil... Size iyi günler...”

İkinci kez yıkılıyor A.G....

Artık gözyaşlarını tutmaya da çalışmıyor. Sicim gibi akıyor gözyaşları...”

* * *

Haberin ayrıntısı böyle.

Habere konu olayın en incitici yanıysa; Kıbrıs’taki İngiltere Büyükelçiliği görevlisinin, “ikisinin maaşının toplamı bizim kapıcınınkinden az” dediği ailenin, karı koca yargı mensubu olması. (Anne yargıç, baba savcı)

Görüyor musunuz, yargı çalışanlarımızı ne duruma düşürdüğümüzü... Ve de sağlık çalışanlarımızı... Ve de öğretmenlerimizi... Ve de polislerimizi... Kısacası, “bordro mahkûmları” diye nitelediğimiz tüm memurlarımızın durumunu...

Ve görüyor musunuz, Avrupalıların, “memurlarımıza yoksulluk sınırının altında verdiğimiz geçimlikler için” yorumlarını...

Yargı çalışanlarımızın eline, işte bu “komik geçimlikleri” tutuşturup, sonra da kendilerinden “adalet” dağıtmasını istiyoruz... “Bağımsız” kalmalarını istiyoruz... “Dürüst” olmalarını istiyoruz...

Bu değerlendirmem tüm memurlarımız için geçerli... Öğretmenlerimiz için de... Polislerimiz için de.... Sağlık çalışanlarımız için de... Hepsi... hepsi için geçerli...

Avrupa ile aramızdaki “ince ayrıntının” en güzel özeti bu...

“Yargıç ve savcımızın, her ikisinin maaşlarının toplamı, Avrupalı bir kapıcının maaşından az...”

Konsolosluk görevlileri, söylenmesi gerekeni söylemiş, yorumun da en güzelini yapmış.

Bunca sözün ardından başka ne söylenebilir ki!?...

Hem kel, hem de foduluz işte...