Dünkü yazımızda; “Bu ülkenin kurtarıcısı ve kurucusu Ulu Önder Büyük Atatürk’ü anan (ya da anıyormuş gibi yapan); onun bu ülke için yaptıklarını dillendiren (ya da dillendiriyormuş gibi yapan) kişi ya da kişilerin; makamları, mevkileri ve görevleri ne olursa olsun; bu eylemlerini, saygı kuralları çerçevesinde yapma zorunlulukları vardır.

Aksi tavırlar, aksi söylemler, yakışıksızlık ve nankörlüktür.

Dahası densizliktir.” demiş; tarihçi ve Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ Hanımefendinin, konuya ilişkin yazısını köşeme taşımış; yazı uzun olduğundan da ikiye bölmüştüm.

İlmiye Çığ Hanımefendinin yazısına, kaldığım yerden devam ediyorum.

* * *

Her şeyin özeti olan bu yazısına, şöyle devam ediyor İlmiye Çığ Hanımefendi.

“… Koskoca ülkede tek bir çimento fabrikası yoktu. O yüzden evler kerpiç denilen çamurla yapılıyor ve sıvanıyordu.

Rusya’dan gelen şekerleri bugün gibi anımsarım; tek bir şeker fabrikamız yoktu çünkü.

O günlerin dar olanaklarıyla, şeker fabrikaları, çimento fabrikaları, kâğıt fabrikaları, kumaş fabrikaları, silah ve uçak fabrikası kuruldu.

O dönemde bu tür fabrikalarda çalışacak, bu işlerden biraz olsun anlayan işçimiz, teknisyenimiz, mühendisimiz yoktu.

Bu açığı kapatmak ve insan gücümüzü eğitmek için hem yurtdışından uzmanlar getirildi, hem de yurtdışına (Rusya’ya) eğitim amacıyla insanlarımız gönderildi.

İnsanımız o kadar yetenekli idi ki, kısa zamanda gerekli bilgilerle donanıp, işleri ele aldı. Atatürk işte bu nedenle, “Türk milleti çalışkandır, zekidir” demiştir.

Siz ise başa geçer geçmez; büyük bir özveri ile yapılmış, yılların alın teriyle sulanmış o güzelim tesisleri sata, sava; yiyip, yedirip bitirdiniz..

(…)

Satıp, savdığınız o fabrikalar var ya o fabrikalar… O fabrikalar, bulundukları bölgelerde, sadece işlevleri doğrultusunda üretim yapmadılar. Aynı zamanda kültür ürettiler, dahası müzik ve spor üretip, kültür merkezleri gibi çalıştılar.

Ülkenin doğusu da batısı da düşman eliyle yakılmış, yıkılmıştı. Bir taraftan yakılıp yıkılan yerler onarılıyor, hastaneler okullar yapılıyor, diğer taraftan Ankara bir başkent olacak şekilde yapılandırılıyordu.

Hemen hemen hiç kara yolu yoktu, sadece belli kentler arasında çalışan demiryolları vardı.

Sömürgeci güçler tarafından malum amaçlarla yapılan bu demiryolları, tamamen bu güçlerin elinde ve denetimindeydi.

Yalnız demiryolları mı; daha birçok kurum ve kuruluş da yabancılara aitti.

Bütün bunlar, yabancıların ellerinden alınarak ülke malı yapıldı. Onların üzerine de 3000 kilometrelik daha tren yolu yapıldı.

Kaldı ki, o dönemlerde, bugünkü gibi dağları bir anda oyup, bitiren makineler de yoktu. Tüneller kazma ile el yordamıyla kazıla kazıla yapıldı.

Dahası onları planlayacak, hesaplayacak mühendislerimiz de yoktu.

Trenlerde çalışan makinistlerin tümü Rumlardan ve Ermenilerden oluşuyordu. Türk makinist(ler) yetiştirmek üzere okul açıldı.

Tren rayları yapmak için fabrika kuruldu. Şimdiki gibi ne gerekse, (hazır lop) dünyanın bir yanından getirilmeye kalkışılmadı.

Kilometrelerce kara yolu ve köprüler yapıldı.

(…)

Batı, bilimsel araştırma ve icatlarda almış yürümüştü ama bizde ne doğru dürüst ilkokul, lise ve ne de araştırmalar yapacak üniversite vardı.

Osmanlı devleti de zaten o nedenle geri kalmış ve yıkılmıştı.

Okullar açılsa eğitecek kimse yoktu. O yoklukta birçok alanda eğitim almak üzere, başarılı pek çok gencimiz, yurtdışına gönderildi.

Onlar daha yetişmeden; Hitler’in, Yahudi oldukları gerekçesiyle işlerinden attığı çok değerli bilim insanlarının bize sığınmaları sonucu büyük bir eğitim atılımı başladı.

İstanbul’da Darülfünun denilen okul tam bir üniversite oldu.

Hukuk, Siyasal Bilgiler, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi fakültelerle Ankara Üniversitesinin temeli atıldı.

Gelenlere istedikleri kitaplıklar, laboratuarlar sağlandı. Onların derslerini Türkçeye çevirecek çevirmenler bulundu.

Bedava olmuyordu bu işler, para gerekiyordu. O paralar, yoksul halkın vergileriyle sağlanıyor, kılı kırk yararak harcanıyordu.

Güçlü eğitimin temeli, böylesi özverilerle atıldı.

Şimdi istediğiniz dalda uzmanları elinizin altında bulabiliyorsanız bunu kaynağı, dudak büküp, küçümsediğiniz o günlerde atılan altyapı sayesindedir.

Siz ne yapıyorsunuz?

Dağa taşa, her bir yere İmam Hatipler açarak; dindar ve kindar bir gençlik yetiştirmeye çalışıyorsunuz.

Batı dünyası uzayda cirit atarken; sizin yetiştirmeye çalıştığınız dindar ve kindar gençlik

dua ederek mi Batı ile yarışacak?

Kendinize gelin.

Hasbelkader elinize geçirdiğiniz bu güzel ülkeyi, kendinizle birlikte toprağa gömerek; tarihe, kara harflerle geçmek üzeresiniz…

Muazzez İlmiye Çığ”

* * *

Böyle diyor, böyle uyarıyor İlmiye Çığ Hanımefendi.

Haksız mı?