Uzun bir dönem belediye ekipleri gecekondu ve ruhsatsız
evleri dozerle yıkmaya giderdi. Yine de aynı durum ara sıra olmakta. Zorda
kalındığında polis ekibi de katılırdı.
Vatandaş da dişiyle tırnağıyla yaptırdığı evini, çoluk-çocuk
yıkıma karışı korumak için direnirdi.
Hiç unutmam vatandaşın biri Kuran'la çıkmıştı ekibin
karşısına. Ama engelleyememişti. Yine biri evini bayraklarla donatmıştı. Bir
başkası da Atatürk resmiyle çıkmıştı. Ama onlar da evini yıkımdan
kurtaramamıştı.
Sonuçta kimi Kuran'la, kimi bayrakla, kimi de Atatürk
resmiyle çıkmak bir adet haline gelmişti. İşin ilginci ise, bir vatandaş da
bunlarla engellenemeyeceğini anlamış ki, bir kovan arıyı boşaltmıştı ekibin
üzerine. Ama o da kurtaramamıştı.
Özellikle Atatürk resmiyle çıkanı görünce, işte şimdi
Atatürk ve Kemalizm bitirildi demiştim. Çünkü bu görüntü Atatürk'ün ve
Kemalizm'in bir tabu haline getirilişinin ve de bitirilişinin bir kanıtıydı.
Hem de bitirenler onu bir doğmaya çevirenlerdi,
tabulaştıranlardı. Kutsayanlar ve de özellikle Kemalizm'den beslenenlerdi.
Bunlar ki, Kemalizm'i 1938'de dondurdular. Atatürk'ün 1938'e
kadar yaptıkları ve söyledikleriyle yetindiler. Kemalizm'in temel bakışını yeni
oluşumlara göre zenginleştiremediler.
Sanki o gün, "evrensel hakikat ebediyen
keşfedilmişti" onlar için. Oysaki "milliyetçilik, ulus devlet,
lâiklik" gibi kavramlar yeni keşfedilmiş kavramlar değildi. "Şapka,
saat, ölçü, Latin harfleri" yeni keşfedilmemişti. Atatürk bunları yeni
kurulan "Türkiye Cumhuriyeti"ne uygulayan bir insandı.
Amaç modern, çağdaş ve bağımsız bir "Türkiye
Toplumu" yaratmaktı. Tüm konuşmaları, yaptığı devrimler bunu hedefliyordu.
Ve gelecek nesillere bunu öğütlüyordu. Kemalizm'in hedefi buydu.
Ama yıllarca yapılan 10 Kasım törenlerine, Atatürk
programlarına; yıllarca okutulan Atatürk derslerine, donatılan Atatürk
köşelerine, heykellerine, büstlerine, resimlerine rağmen Kemalizm, halk
desteğini kaybediyorsa ya da öyle görünüyorsa, bunda bir sorun var demekti.
Bunu sorgulaması gereken birinci derecede Kemalist'lerdi ama
sanırım kusurun en büyüğü bu kesimde gibiydi.
Çünkü Kemalizm 1938'de donduruldu. Yeni dünyayı okuyacak bir
zenginlik oluşturulmadı.
Çünkü o gün 2. Dünya savaşı yaşanmadı. Soğuk savaş yoktu.
Birleşmiş Milletler yoktu. NATO yoktu. VARŞOVA paktı yoktu. Henüz iki kutuplu
dünya oluşmamıştı. Avrupa Birliği yoktu. Nükleer silahlar yoktu. Uzaya
gidilmemişti.
Avrupa'da faşist yönetimler hâkimdi. Koca Afrika kıtası,
Avustralya kıtası birer sömürgeydi. Asya kıtasının yarısı sömürgeydi. Bağımsız
Hindistan, Pakistan, Çin yoktu. Koca Arap dünyası sömürgeydi. Avrupa'nın yarısı
sosyalist sisteme geçmemişti daha.
Türkiye'nin % 80'i köyde yaşıyordu. Okuma-yazma oranı çok
düşüktü. Millet okumayı cezaevlerinde, askerde öğreniyordu. Etnik ve inanç
kimlikleri bu günkü kadar geri dönüşü olmayan bir uyanışa ulaşmamıştı. Çok
partili sisteme geçilmemişti. Yani kurulan cumhuriyet henüz yeni inşa
ediliyordu.
Ve Atatürk'ün söylemleri, Kemalizm'in değerleri o günün
dünya ve Türkiye koşullarına göre şekilleniyordu. Elbette bu söylemlerin içinde
evrensel değerler de vardı.
Sonra gelenlerin bu değerleri zenginleştirmesi, dünyadaki ve
Türkiye'deki yeni oluşumları okuyacak bir zenginliğe kavuşturması gerekirdi.
Artık siyasete katılımın yüksek olduğu ülkemizde, sosyal
uyanışlara, uyanan etnik ve inanç kimliklerine, bölge politikalarına özellikle
çözüm üretmesi gereken Kemalizm, sanki bu uyanışlar karşısında kimyası bozulmuş
bir ideolojiye dönüştürüldü.
Oysaki Atatürk daha 1931'de "Yurtta Barış, Dünyada
Barış" diyerek, gelecek yöneticilere yeni bir siyasi ufuk açmıştı. Ama ne
yazık ki gelen yöneticiler bırakın dünyadaki barışa katkıda bulunmayı, ülke
içinde bile bir barış ortamını oluşturamadılar.
Bu konuda iktidar ve muhalefet birbirini suçlamamalı. Çünkü
hepsi de suçlu. Çünkü hepsi de bu ülkeyi yönettiler.
En büyük suç ise Kemalizm'i, içte ve dıştaki yeni oluşumları
okuyamayan bir "fikrî tutsak" haline getirenler, Kemalizm'i ve
Atatürk'ü tabulaştıranlardır. Ve de bunlar büyük ölçüde bugün Kemalizm üzerinde
beslenenlerdir.
Bunlara en güzel cevabı yine Atatürk vermiştir. Dönemin
Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip'in sorusuna verdiği cevaptır:
"Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir doğma,
hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır...
Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve
mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek
hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek
olur... Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım
ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde
akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, benim manevi mirasçılarım
olurlar." diye cevap verir Atatürk.
Kemalizm'i fikrî tutsak edenlere, Kemalizm'i ve Atatürk'ü
tabulaştıranlara bundan daha eşsiz bir cevap olabilir mi? Bilemiyorum...