Bayram denmedi, seyran denmedi, kutsal ay, kutsal gün
denmedi, yine anaların gözyaşları akıtıldı. Yine bir dar gelirlinin, yoksulun,
yine bir köylünün ocağına ateş düştü. Nedense ateş, toplumun hep bu kesiminin
ocağına düşer oldu!...
Peki, bu ateş niçin sönmedi ya da söndürülemedi? Farklı bir
bakışla, konuyu biraz sorgulayalım
Kürt kökenli yurttaşlarımızın yaşadığı coğrafya bir Osmanlı
toprağı idi. 1923 Lozan anlaşması ile bu coğrafya dörde bölündü. Türkiye, İran,
Irak ve Suriye toprakları olarak.
Bu durum nedense hiç sorgulanmadı! Amaç ne idi? O dönemin
dünyasına hükmeden İngiliz emperyalizminin ince bir siyaseti miydi? Enerji
kaynaklarının yoğun olduğu bu bölgeyi hasta bırakıp, zamanı gelince kullanmak
mıydı? Ne Türkiye'de ne de diğer bölge ülkelerinde hiç mi hiç sorgulanmadı.
Halen de sorgulanmamakta. Zaten o dönemin amiral gemisi olan
"İngiliz emperyalizmi" başta olmak üzere Batı, Arap dünyasını
cetvelle çizerek oluşturmuştu.
Nitekim bu sorun nedeniyle bölge ülkeleri hiçbir zaman
barışık olmadılar. Okyanusun ötesiyle barıştılar ama komşusu ile barışık
olamadılar. Birlikte emperyal siyasetlere karşı bölgesel bir siyaset
oluşturamadılar. Üstelik Kurt sorunundan ötürü birbirini düşman ilân ettiler.
Hatta bölge ülkeleri, kendi içinde bile halkıyla barışık
olamadı. Özellikle Arap dünyasının batılı emperyalistlerle işbirlikçi
yönetimleri, halkı demir yumrukla yönettiler. Sonuçta bölgenin tüm enerji
kaynaklan, batılı emperyal şirketlerin kontrolünde kaldı. Oysaki enerjiye hükmetmek,
dünya siyasetine hükmetmek olmuştu.
İlk kez Mısır'da Nasır hareketiyle Arap Milliyetçiliği
yükseltildi. Ama karşısına, emperyalizmin jandarması İsrail yerleştirildi.
Arap-İsrail savaşlarıyla yükselen Arap milliyetçiliği dağıtıldı.
Bu gün ise Irak, Suriye, Libya'da kalan milliyetçi
kalıntılar da temizlenip revizyondan geçirilmekte. Üstelik mezhep ve etnik
farklılıkları kaşıyarak ve de geliştirerek...
Çağdaş anlamda bir cumhuriyet olmaya çalışan Türkiye'de ise
Kürt kimliği sürekli canlı tutuldu. Zaman zaman etnik ya da İslâmi motiflerle
başkaldırılar oldu.
Bu başkaldırılardaki kimlik talebi ise hiç
değerlendirilmedi, sürekli bastırıldı; adeta emperyal politikalara malzeme
üretildi.
1960'dan sonra yükselen sosyalize siyasetler, kimlik yerine
emek-sermaye değerlerini koyduysa da 12 Eylül askeri yönetim sürecinde bu
kimlikler daha da güçlü olarak uyandırıldı.
Bu gün gelinen noktada, kimlik talebi ile bölgedeki emperyal
politikalar bir yerde kesişir oldu. Zamanında düşünülüp çözüm üretilmeyen bu
konu, bu gün geri dönüşü olmayan bir noktaya geldi ya da getirildi. Ve kutsal
günler bile dinlenmeden çatışmalar ve şehit cenazeleri çoğalmaya başladı.
Oysaki yapılması gereken, Kürt sorunundaki kimlik ve
kültürel taleplerle, emperyalizmin bundan faydalanma siyasetini iyi
değerlendirip ayırmak gerekirdi
Soğuk savaş döneminde bir ölçüde var olan denge, bugün Batı
emperyalizminin lehine bozulmuş durumda. Bu nedenle Türkiye ve bölge ülkelerine
düşen görev, Batı emperyalizminin kullandığı bu konuyu kendi iç siyasi gücüyle
çözüme kavuşturmaktır.
Aksi durumda, bu gün Arap dünyasındaki halkın doğal
başkaldırısını denetim altına alıp, işbirlikçi yeni yönetimlerle Arap dünyasını
yeniden dizayn eden emperyalizm, ülkedeki çözülmemiş bu soruna, kendi
siyasetine ve kendi çıkarlarına göre müdahil olabilecektir.
Bu nedenle oluşturulacak milli bir siyaset, ülkenin kendi
sorunu olan bu konuyu emperyal politikaların güdümünden kurtarabilecektir.
Öncelik, soruna çok cesurca yaklaşmaktır.
Zaten TSK'nin en yetkili komutanları da sürekli olarak,
siyasetin çözüm üretmesini özellikle dillendirmişlerdir.
Ama öncelikle Türkiye'de tabu haline getirilen bazı
anlayışların ve bakışların biraz değişime uğraması gerekmektedir. Yani
ezberlerin bir ölçüde bozulması gerekmektedir.
Özellikle görmemiz gereken ise giderek Türkiye'den uzaklaşan
bir doğunun oluşumu, oluşturuluşudur.
Sayın Işık Koşaner'in ifade ettiği askeri hatalar bile, doğu
halkını bizden uzaklaştırmak isteyen anlayışlara fırsat yaratacaktır. Siyaset
bu yanlışları da düzeltecek cesur adımlar atmak zorundadır.
Sorunlarını çözememiş ülkelerin sürekli yaşadığı bölünme
korkusunu yaşamak istemiyorsak, bu ülkeye yazık etmek ve de gelecek nesle
korkulu bir Türkiye bırakmak istemiyorsak, sorunu çözmekte daha cesur olmak
zorundayız.
Kürt siyasi hareketinin içinde yer alan sosyalist aydınlara
da büyük görev düşmektedir. Kimlik talebini, aşırı "Kürt
milliyetçiliğine" dönüştüren ve ayrılma duygusunu geliştiren siyasetlere
müdahale edilmelidir. Emperyalizmin, bu kimlik talebinden faydalanmasına karşı
durulmalı; Kürt-Türk düşmanlığına taşınan eğilimleri meclis içinde ve dışında
engelleyebilecek bir dil kullanılmalıdır.
Her şeyden önemlisi de, bu ülkeyi yönetenler ve bu ülkenin
güç odaklarınca, emperyalizmin bu coğrafyayı neden dört ülkeye paylaştırdıkları
sorgulanmalıdır. Ülke sınırları içindeki sorunu, kendimizin çözebileceği güçlü
bir irade oluşturulmalıdır.
Aksi durumda bu güzel ülkeye yazık ederiz. Düğün-bayram
demeden daha çok anaların gözyaşlarının akmasının suç ortağı oluruz.