Bu günlerde sosyal medyada; “Tarihini ve Ecdadını Bilmek” adlı bir yazı dolanıyor.

Sözünü ettiğim yazı; benim de zaman zaman dillendirip, çevreme yönelttiğim bir soruyla başlıyor.

“Bu ülkede neden hiç kimse; Hun torunuyuz, Göktürk torunuyuz, Uygur torunuyuz, Avar, Hazar torunuyuz demiyor da; (bir anlamda bir aile devleti olan) sadece Osmanlı torunuyuz diyor?...”

… …

Ben de çok dillendirir, ben de (yakın çevreme) çok sık sorarım bu soruyu.

Soruyu sorduğum her kişi, sorumu garipsediği için bir süre düşünür; sonra da benim sorumu, bana çevirir; “Ya sen kimin torunusun?…”

Duraksamadan yanıtlarım.

“Ben, özü, sözü, dili, geleneği, göreneği kirlenmemiş; kadınına değer veren Hun torunuyum, Göktürk torunuyum, Uygur, Avar, Hazar torunuyum.

Araplığın zerresi bulaşmamıştır bana, bulaşmasına da asla ve asla izin vermem.

Özümle, sözümle, geleneklerim ve göreneklerimle; daha da önemlisi, dilimle Türkoğlu Türk’üm ben…”

Yanıtım böyle olunca; karşımdaki kişinin kafası karışır; bir süre ne diyeceğini bilemez.

Sonra Osmanlı koşullanmışlığıyla savunmaya geçer.

Verdiği tepki, artık klasikleşen, o bilinen tepkidir.

“Ne yani Osmanlı senin atan değil mi?”

Yanıt veririm...

Elbet ve de tartışmasız Osmanlı da benim ve de bizim atamız.

Osmanlı devletini kuran, başlangıcından sonuna kadar her türlü zahmetini çekip, uğruna kanını, canını verip, her türlü maddi ve manevi özveriyle onu asırlarca omzunda taşıyan, ZAFERLERİN GERÇEK SAHİBİ DE; ÖZ BE ÖZ TÜRK HALKIDIR.

Ne var ki aynı sözleri, padişahların büyük çoğunluğu, sadrazamların, vezir, ümera ve ulemanın, saray ve enderun aristokrasisinin, kapıkulu taifesinin büyük çoğunluğu için söylemek mümkün değildir. Bu tanıma giren zümrede hiç bir zaman ‘Türklük ruhu’ ve mensubiyet duygusu belirtilmemiş, ifade olunmamıştır.

Özellikle Fatih'ten sonra ‘ben Türküm’ diyen bir başka padişah sesi de duyulmamıştır.

Bu aristokrat zümre, Türk Halkını, yalnız can, kan, mal ve vergileri için anımsamışlar, onun dışında Türk olmayı bir hakaret aşağılama ve utanç vesilesi saymışlardır.

Osmanlı idaresinde Türk Halkı, bir ‘millet ruhu ve bilinci’ ile beslenmemiş, imtiyazlı Arapların egemen olduğu, bir ‘ümmet kişiliksizliği’ içinde, eriyip gitmiştir.

Yavuz Sultan Selim'in halifeliği devir aldığı 1517'den itibaren Araplar; Osmanlı İmparatorluğu'nun göz bebeği sayılmışlardır. Peygamber'in Arap olması nedeni ile İslam dinine olan derin saygı ve bağlılığın bir işareti olarak Arap kavmine; ''kavm-i necip'' (asil kavim); Araplara da ''nesl-i necip'' denilmiştir.

Asil bir ırk olarak kabul edilmeleri bir yana; daima, devletin has ve öz evladı olan Türklerin önünde ve baş üstünde taşınmışlar, askerlik ve vergiden muaf tutulmuşlardır.

Arapların baş tacı edilmeleri, askerlikten ve her türlü vergiden muaf edilme durumları, Osmanlı ayak kalabildiği sürece de devam etmiştir.

… …

Buna karşılık Arap Ulusu ne yapmıştır?

Dr.W.H.T Squires ‘Halep Hatıralarım’ kitabında, Arapların Türklere yaklaşımını şöyle anlatır.

“…Halep’te hemşirelik yaptığım dönemde, 3 tabur yaralı Türk askerini tedavi ederken, hastaneyi Araplar bastı.

O yaralıların tümünü hasta yataklarında süngüleyip tek tek öldürdüler. Öylesine içim yandı ki, ağlayarak dışarı çıktım.

Halep’teki son Osmanlı askerleri de o hastanede, Arapların tekbir sesleri arasında öldürüldü.

Aynı gün, Kudüs düşmüş, İngilizler Kudüs’e girmişti.

Arapların bu olayı, büyük bir coşkuyla kutladıklarına, tanık oldum. İslam bir ulus; bir İslam toprağının, İslam Türklerin elinden, Hıristiyan İngilizler tarafından alınışını, çılgınca kutluyorlardı.

Şaşkındım.

İnanın Türklerin uğradıkları kalleşlik ve ihanetler beni öyle etkilemişti ki, daha önce hep önyargıyla yaklaştığım bu insanlar için günlerce ağladım.

Ve Türk askerlerinin, hasta yataklarında; Araplar tarafından, dipçiklenirken gösterdiği cesaret, yıllarca, gözümün önünden hiç gitmedi. Türkler gözümde büyüdü, kalleş Araplardan da hep nefret ettim…”

… …

Ve daha buna benzer nice yaşanmış, tanık olunmuş, hainlikler ve de kalleşlikler…

Türklerden bu denli nefret eden, Araplara duyulan bu sempati, sempatiden de öte Araplaşma isteği, bir Türk olarak beni hep rahatsız etmiştir.

İşte iki gün önce yaşanan bir olay…

Ünlü(!) İlahiyatçı Prof .Dr. Mustafa Karataş (nasıl profesör olduysa) katıldığı televizyon programında “Türkçülük haramdır…” diyor. (Helal olan Arapçılıktır demeye getiriyor.)

Geldiğimiz boyuta bakar mısınız?