Nihayet yargılamalar bitti. Üzerinde sekiz yıldır; yasa çıkartılarak, yargıçlar atanarak, Yargıtay dairelerinin yargıç yapısı değiştirilerek… devam eden bir süreç tamamlandı. Balyoz davasında karar açıklandı.
Açıklandı açıklanmasına da, milletin kafasında birçok soru işareti varlığını sürdürüyor hala. İnsanlar soruyorlar;
 
- Darbe yapan yoksa, neden darbe suçundan cezalar veriliyor?         
- Darbeyi Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı önlediyse neden mahkemeler bu iki kişiyi tanık olarak dinlemediler?
-Davanın tek dayanağı olan dijital verilerle ilgili  karşı bilirkişi raporları olduğu halde, neden bu konu açıklığa kavuşturulmadan karar verildi?
-Bu teşebbüsün ‘cebir’ unsuru nedir? Hangi manevi cebir uygulanmıştır?
-Hukukta ‘niyet’ cezalandırılabilir mi?
-Kuvvet komutanlarını neden Yüce Divan’da yargılamadınız?
-Yargılama sürecinde neden yasa, yargıçlar ve Yargıtay 9. Dairesi’nin üyeleri değiştirilmiştir? Bu durum, doğal yargıç ilkesine aykırı değil midir?
…?
Sorular muhtelif. Ama gerekçeli karar, sorulara doyurucu yanıt vermekten uzak.
Bu yargılamalar, öncelikle doğal yargıç ilkesine aykırılıklar taşıması, savunma hakkının kısıtlanması, iktidarın hissedilen etkisi, yargılama sürerken Yargıtay dairesinin yapısının değiştirilmesi gibi nedenlerle bile Türkiye’de yargının yürütmenin kontrolü altına girdiğinin kanıtı niteliğindedir. Bu nedenle de adil bir yargılama süreci olmamıştır. Kararı veren mahkemelerde görevli yargıçların görevleri hükümet etkisiyle sonlandırılıyor. Artık onlar, özel yetkili mahkemelerin yerine kurulan ‘terör mahkemeleri’ nde görev almayacaklar. ‘Cemaat’ in kurduğu bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, ünlü ‘Mit soruşturması’ndan sonra hükümetin, özel yetkili mahkemelerde görev yapan yargıç ve savcıları tasfiye ettiğini’ ilan etti. Hal böyle olunca, bu mahkemelerde görev yapan yargıçlara ilişkin olarak  belli bir cemaatin etkisinde olduklarına dair kamuoyunda ciddi kuşkular oluştu. Artık, bu mahkemelerden verilen kararlar, sırf bu kuşkular nedeniyle bile meşruiyet sorunu yaşayacaktır. Zira; hukukta adil olmak yetmez. Adil olunduğunun görüntüsünü vermek te  şarttır.
 
Diğer taraftan gerekçe, ‘hazırlık hareketleri, yani niyet mi cezalandırıldı?’’ sorusuna doyurucu bir yanıt vermekten uzaktır. Birkaç örnekle konuya açıklık getirelim. Telefon görüşmeleri dinlemeye takılan birinin, insan öldürmek için silah satın aldığı, olayı o gün gerçekleştireceği haber alınsa, fail aynı gün evinden çıkarken tabancayla yakalansa bile, faile insan öldürmeye teşebbüsten ceza verilemez. Çünkü hukuk, niyeti cezalandırmaz. Fail, son ana kadar bu niyetinden cayabilir. İcrai hareketler başlamamıştır. Bir başka örnek; köy ormanını kesmek için karar verip, motorlu testereler satın alan köylüleri de, köyden çıkmadan traktörde yakalasanız, mahkemeler onlara orman yasasına muhalefet etmek suçundan aynı gerekçeyle ceza veremez. Nitekim, Tekirdağ’da Başbakan Erdoğan’ın yapacağı mitinge silahıyla girerken yakalanan zanlı, ‘başbakana suikast yapacağını’ söyleyip tutuklanmıştı. Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi, 2010 tarihli duruşmada sanığın eyleminin hazırlık hareketleri kapsamında kaldığından bahisle beraat kararı vermişti. Sanık sadece, ruhsatsız silah bulundurmak ve tehdit suçundan cezalandırıldı.
 
Balyoz davasında hazırlık hareketleri nedeniyle sanıkların cezalandırıldığını 2005 Tarihli Türk Ceza Kanunu’ nun hazırlayıcılarından Prof.Dr. İzzet Özgenç bile raporunda söyledi.
 
Sonuç olarak, bu dava toplumun adalet duygularını incitmiş, Türkiye’de yargının bağımsız olmadığı toplumsal kabulünü arttırmıştır. Elimizden,adalet duygularını zedeleyen kararların sonlanmasını ümit etmekten başka bir şey gelmiyor maalesef. Üstelik yargı yoları da tüketilmiştir. Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak başvurunun yıllar sonra sonuçlanacağı, bu prosedür tamamlanmadan AİHM’e gitmenin olanaksızlığı karşısında sanıklar, adaleti mezarda arayacaklar anlaşılan.          

Bayramda  Millet Yollarda Devleti Göremedim

Bayram tatilinde İstanbul’dan çıkanlar, boşuna aradılar devleti yollarda. Yılda onbinlerce aracın trafiğe katıldığı Türkiye ‘de, şehirlerarası ulaşım karayoluyla yapılmaya devam edildikçe, devleti yollarda boşuna aramaya devam edeceğiz sanırım.
Bayram tatilinin fiilen ilk günü sayılan Cumartesi günü biz de yollardaydık. Sabah saat altıda İstanbul’dan yola çıktık. Normal şartlarda bir saat on dakikada alınması gereken yolu üç saatte alarak geçebildik İzmit’i. Önceki gidişlerimizin aksine trafik yoğunluğu İzmit’te bitmedi bu kez. Hatta yaklaşık 550 Kilometre sürdü. Kargı’da bitiyordu yolculuğum çünkü. Karadeniz boyunca yolculuğu devam edenlerin halleri nice oldu bilemiyorum.
Yıllardır İzmit’te trafiğe takılmak, Anadolu içlerine bayramlarda gidip dönen yüz binlerce yurttaşın kaderidir zaten. Yıllar geçtikçe burada trafikte bekleme süresi ve kuyruk mesafesi uzadı sadece. Ama trafiğe çözüm bulan olmadı. İstanbul’a belki de gereği yokken 3. Köprü yapılıyorken, İzmit’te alternatif geçişler için pek bir kıpırdanma yok. Denizin üstünden Yalova geçişi için yapılacak köprünün de, İzmit’te tıkanacak trafiğe iyileştirici bir katkısı olmayacak gibi görünüyor. Zira, Yalova üzerinden yapılan seyahatlerde şimdi  feribotlar kullanılıyor zaten. Antalya, Afyon, Ankara ve Karadeniz yönüne gidecek araçlar için Yalova geçişinde bir katkı düşünülmemiş.
Cumartesi günü İstanbul – Ankara Otoyolunda emniyet şeridi bile tıklım tıklımken, Ankara’dan geliş yönü son derece tenhaydı. Aynı durum, Gerede’den sonrası için de geçerliydi. Oysa Ulaştırma Bakanlığı yetkilileri bu durumu öngörüp, boş kalan yoldaki bir şeridi İstanbul’dan gidiş yönüne tahsis etselerdi, beş saatlik yolu on saatte almayacaktık. Bir de ‘bakanlık çalışıyor’ tadındaki terk edilmiş yol inşaatlarının neden hep bayramlara denk getirildiğini anlamış değilim.
Öyle anlaşılıyor ki; yalnızca duble yollarla ve İstanbul içinde 40-50 kilometre raylı sistem yapmakla tüm ülkenin ulaşım sorunu çözülemeyecek. Eskişehir-Konya-Ankara arası gibi, İstanbul’u Karadeniz ve Doğu’ya bağlayan hatta da hızlı trenlerle ulaşım olanakları sağlanmalıdır. Yoksa vatandaş, ya bayramlara da gitmeyerek memleketinden kopacak ya da yolculuk süresi her yıl birkaç saat daha uzayacak. Bu da daha çok ithal yakıt ve havaya savrulan döviz çıktısı olarak geri dönecek. Trafik kazalarında kaybedilen canlarsa en trajiği.