Nesli tükenmeye yüz tutmuş, adı sanı bilinmeyen bir yurttaşımız, bir hanımefendi yazmış.

Hem de öyle bir yazmış ki, yenir yutulur gibi değil... Aynı duyguları, aynı düşünceleri taşımasına karşın, dillendirmesini beceremeyen, binlerce insanımızın da hislerinin tercümanı olmuş.

İmzasını, “bir T.C vatandaşı” diye atmış, alçakgönüllüce.

Bugün (üzerinde az biraz oynayarak, katkıda bulunduğum) bu yazıyı, paylaşmak istiyorum sizlerle...

Uzun deyip, burun kıvırmayın hemen; sonuna kadar okuyun lütfen…

Çünkü pek çok şeyin özeti bu yazı.

* * *

“Ben, yaşamı boyunca hiçbir yasal suç işlememiş, vergisini muntazam ödeyen, trafik kuralları dahil, her türlü yasa ve kurala uymaya azami özeni gösteren dürüst bir yurttaşım.
Bugüne değin tek bir kişiye bile sesimi yükseltmedim. Bilerek, kimseyi incitmedim. Bağırmadım, çağırmadım, sövmedim. Kimseye elimi kaldırıp, dövmedim.
Ama görüyorum; başkaları bunu hep yapıyor. Danalar gibi böğürüyor, hayvanca dürtülerle saldırıyor, dövüyor, tecavüz ediyor, alkollü araba kullanıp, insanları sakat bırakıyor, öldürüyor, hırsızlık yapıyor, v.s, v.s...

Ancak iş burada bitmiyor, tabii ki...

Bu muhteremleri hapishanelerde ben besliyorum; çıktıklarında, onlara ben iş veriyorum ve ayrıca tekrar aramıza alıyorum ki; yine ona, buna, sana, bana, tecavüz etsinler, yine birilerini sakat bıraksınlar, yine birilerini öldürsünler!...
Şimdi düşünüyorum da; bir terslik var bu işte, bir yerlerde yanlış yapıyoruz, gibi geliyor bana...

Ben sadece kendim ve ailem için değil, çevrem için de yaşıyorum; çevremi kirletmemeye özen gösteriyorum; sivil toplum kuruluşlarında çalışıyorum; bölüşüyor, paylaşıyorum; okuyor, yazıyor, çiziyor, soruyor, sorguluyorum; oy veriyorum...
Oysa başkaları kırıp döküyor, bölüp, parçalıyor, dağa çıkıyor. Bombalıyor, kurşun yağdırıyor, molotof atıyor... Yaralıyor, sakat bırakıyor, öldürüyor...

Onların maaşlarını da yine ben ödüyorum, liderlerini besliyorum.

Kardeşlerimi, yakınlarımı öldürdükleri, canımı yaktıkları halde; birileri tarafından, onları affetmeye zorlanıyorum.

* * *

Ben tek çocuk sahibiyim.

Doğuramadığım, beceremediğim için değil; sevgimi, ilgimi, bilgimi ve maddi gücümü, en iyi şekilde tek bir insana yoğunlaştırmak istediğim için...

İstiyorum ki benim çocuğum, onlarca insana bedel olsun... Akıllı olsun, yardımsever olsun... Manevi değerler üretebilsin, bu değerleri yaşatabilsin. Topluma saygılı, topluma yaşama saygılı bir insan olsun. Onun için, tek bir çocukla yetiniyorum.
Oysa başkaları 10’larca çocuk dünyaya getiriyor.

Korunamadıkları için ya da cahilliklerinden değil; sayısal üstünlük sağlamak için çocuk yapıyorlar. Yaptıklarına göre, sevseler, üzerlerine titreseler gene iyi, ama sevmiyorlar da... Sabah sokağa salıp, akşam eve alıyorlar...

O çocuk(lar) dağa çıkıyor; o çocuk(lar) tinerci oluyor; o çocuk(lar) kapkaççı oluyor... Okumadıkları için, algılayamıyor, doğruyu eğriyi bilemiyorlar. Araştıramıyor, sorup sorgulayamıyorlar...
Ya aşiretlerinin iliğini sömüren ağalarına maraba oluyorlar ya da dedesi yaşındaki sapıklara 13 yaşında satılıyor, 14 yaşından itibaren de doğurmaya başlıyorlar.
Sonra da benden, bu insanlara merhamet duymamı; benden alınan vergiler bunları beslemeye yetmediği için, ayrıca bu çocuklarını okutmamı istiyorlar...

Ben bu marabaların kızlarını okutayım ki; ağaları, kilolarca altınların takıldığı, 40 gün 40 gece düğünler yapabilsin.

Evlerini, benim vergilerimle akçalanan kaçak elektrikle ısıtıyorlar. Onların kaçak olarak kullandığı elektriğin ceremesini de ben çekiyorum.

Benim vergilerimle, kendilerine seçim rüşveti olarak dağıtılan kömürleri satıp, sigara parası yapıyorlar.
Oysa ben bu kış, zamlı doğalgazı nasıl ödeyeceğimi düşünüyorum günlerdir.
Onlar 10’ar 10’ar doğurduğu için işsiz kalıyorlar ve Batı’daki fabrikaları, Doğu’ya taşımaya zorluyorlar.

Öyle ya merhamet etmek lazım; Batıdakiler işsiz kalsa da olur; çünkü malum, onların sesi çıkmaz nasıl olsa...

Oysa toprak reformu yaparak, aşiretleri çözmek, çökertmek kimsenin işine gelmiyor.

Çünkü oy için 10 000 insanı ikna etmek kolay değil ama bir ağayı(!) ikna etmek ya da malum yöntemlerle bir ağayı(!) satın almak çok daha kolaydır.

* * *

Ben daha maaşımı almadan, vergim kesiliyor...
Elektrik, su, kanalizasyon, emlak vergilerini gününde, anında ödüyorum. Olur da geciktiririm korkusuyla; ödeme gününü, mutfağımın, oturma odamın dört bir yanına küçük küçük notlar tutuşturuyorum. Parmağıma ip bağlıyor, cep telefonumun uyarı modunu devreye sokuyorum.

Ama başkaları ödemiyor. Ne vergisini ödüyor, ne elektrik borcunu, ne su parasını, ne de sahip oldukları onlarca/yüzlerce emlakinin vergisini...

Ödemiyor da n’oluyor?

Hiçbir şey... Hiçbir şey olmuyor...

Daha da olmadı, affediliyor.

Biz ödediğimizle kalıyoruz, bu beyzadeler affediliyor. Ne bunu yapanlar, ne de bunlara bu yolu açan siyasetçiler, ne utanıyor, ne sıkılıyorlar...

Benim maaşım belli. Eşimin ki de belli...
Ama stadyumlarda sünnet düğünü yapanların geliri, her nasılsa belli değil!
Oysa biz evlendiğimizde düğün bile yapamadık.
Biz evlendiğimizde, alacağımız mobilyalarla doğaya zarar vermişizdir endişesi ile nikâha gelen herkese, şeker yerine yüzlerce ağaç fidanı dağıttık, doğadan aldığımızı doğaya geri verelim diye...
Ama başkaları ormanı yakıp yerine ev yaptılar, sattılar, kiraladılar, zengin oldular ve “2 B” zırvalığıyla da affedildiler.
Benim babam ev alabilmek için; 12 sene, aynı işçi parkası ve aynı pençeli ayakkabısı ile gezdi. Çok şükür şimdi iki göz de olsa başlarını sokacak bir evleri var...
Ama başkalarının babası, devletin arazisi üzerine gecekondu yaptı, sonra müteahhide verdi, şu şimdi bir sitede 60 dairesi var.

* *

Ben dişimi fırçalarken, musluğu devamlı kapalı tutuyorum. Meyve yıkadığım suyla, balkonumu yıkıyorum..(Malum... suyu israf etmeyeceğiz ya... )
Ama başkaları golf sahaları yapıp, o çimler için tonlarca su kullanıyor. Üstelik bir yerlerden kaçak su kullanıp, su parasının da üzerine yatıyorlar.
Ben bakanımızın da tavsiyesine uyarak saçımı havluyla kuruluyorum. Ayrıca Maliye Bakanımızın kızına katkısı olsun diye, evlerimizi tasarruflu ampullerle donatıyor, “A+ sistemli” makineler kullanıyorum...
Oysa biliyorum ki başkaları kaçak elektrik kullanıyor. Bu ahlaksız kaçakçıların faturalarını da ben ödüyorum.

* *

Sağlık sigortamı istemesem bile ben ödüyorum... Ama başkaları yeşil kartla gidip, benim paramla muayene oluyorlar. (Gerçekten ihtiyacı olana, son kuruşuna kadar helal olsun. Ama bu ülkede kaç milyon yeşil kartlı var? Kaçı hak ediyor, biliniyor mu ? )

* * *

Ben sabrediyorum, bir yaratıcının var olduğuna, yaşadıklarımın bir sınav olduğuna inanıyorum.

Bugüne değin hiç bir gerekçe ile, doğruluktan ve dürüstlükten ödün vermedim, vermiyorum.. .
Ama birileri “takıyye” diyor, “cihat” diyor, çalkalıyor, kıvırıyor, uyduruyor, dinimi bölüyor, kullanıyor. Ben bunlardan büyük rahatsızlık duyuyor, ölüyor, kahroluyorum.

* * *

Daha yazabilirim; hem de sabahlara kadar yazabilirim; ama biliyorum ki, ben yazacağım, ben okuyacağım...

O nedenle, yazımı bir fıkrayla bağlayıp, son sözümü de ondan sonra söyleyip, yazımı noktalamak istiyorum.
Adamın biri tüm yaşamı süresince hiç kimseye en ufak bir kötülük yapmamış. Her türlü kurala uymuş; içmemiş, zina yapmamış, uyuşturucu kullanmamış, kimsenin dedikodusunu yapmamış, kimseyle kavga etmemiş.
Neticede hak vaki olmuş; büyük bir sevinç ve beklenti içersinde sorgu meleğinin huzuruna çıkmış.
Sorgu meleği elindeki dosyaya bakmış bakmış; “Hayret!...” demiş, “Yahu sen, hiç kul hakkı yememiş, hiç kalbini bozmamışsın!!??...”
“Evet” demiş, adam...
“Hiç içmemiş, kimseye kem söz söylememiş, kimseye el kaldırmamışsın!?...”
“Evet” demiş, adam.

“Yahu sen karından başkasına yan gözle bile bakmamışsın!?...”
“Evet” demiş, adam.
Böyle onlarca sorgu sualden sonra, sorgu meleği yanındaki meleğe dönmüş, “Bir çift kanat getirin” demiş.
Adam heyecanla sormuş, “Melek oluyorum değil mi?”
Melek, “Hayır” demiş, “Kaz oluyorsun...”

* *

Benim söylemek istediğim de tam bu işte.

Şimdi ben de kaz mıyım?
 

İmza
Bir T.C. vatandaşı...”