Başımızdaki iktidar, bir Atatürk daha gelse, çözemeyeceği sorunlar açtı bu ülkenin başına.

Sığınmacı (mülteci) sorunu, bu sorunlardan (sadece) biri.

Sınır kapılarımız kevgire dönmüş durumda. Kuzey batı, doğu ve güneydoğu sınırımızdan giren girene.

Alanya, bunlarla kaynıyor.

Türkiye, bunlarla kaynıyor.

Sağa dön bunlar, sola dön bunlar…

Sadece Alanya mı, ülkemizin dört bir yanı bunlarla dolu.

Hatay bunlarla dolu.

Hatay’ın ilçeleri bunlarla dolu.

Hatay ve ilçeleri ekonomisinin büyük bölümünü Suriyelilerin ele geçirdiği söyleniyor.

Hataylı bir dostum; Hataylıların, “…Ne zaman memleketinize döneceksiniz?” sorusuna, bu adamların; “Kimin yerinden, kimi kovuyorsunuz. Bu topraklar, bu kent zaten bizim…” yanıtı aldıklarını anlattı.

Ve ekledi, “Adamlar resmen Hatay’a yerleşti. Doğma büyüme Hataylı gibi Hatay’da terör estirmeye, Hatay’ı ele geçirmeye başladılar. İş yerlerinde Arapça levhalar ve her yerde Arapça müzik… Bayram boyunca onların çocukları sokakta oynadı, torpil patlattı; biz çocuklarımızı evde tuttuk.”

12 yıl önce Türkiye'ye gelen sekiz yaşındaki bir çocuk şimdi genç yetişkin oldu.

Çalışmadan, eve para ve erzak girmesine alıştılar, yaşları gelmesine rağmen askerlikten muaflar.

Öyle yüzsüz, öyle rahatlar ki; hal ve hareketlerine bakınca, sanırsınız ki bu memleket onların da biz mülteciyiz.

Yedi sekiz, on çocuklu aileler bir evde kalıyor. Aşağıdaki, yukarıdaki TÜRK komşuların evlerinde huzur kalmadı.”

* * *

AKP iktidarının, seçimlerde kullanma amacıyla, sınırlarımızın kevgire dönmesine göz yumması, yummaktan öte bu mültecilerin ülkemize girmesine çanak tutmasının ceremesi, asıl önümüzdeki yıllarda gösterecek kendini.

7 Milyon civarında oldukları söylenen (ki aslında çok daha fazla) bu Suriyelilerin, ülkemizde bir milyonun üzerinde çocuk yaptıkları söyleniyor.

Kars’tan tutun, Edirne’ye kadar ülkemizin dört bir yanında bu adamları görüyor, bu adamlarla karşılaşıyoruz.

Hal böyle olunca; “Bu nasıl bir iş; bu nasıl bir laçkalık; Suriyeli de olsa; neticede yabancı bu adamlar. Bu yabancıların, paşa gönülleri nereyi isterse, ülkenin o bölgesinde ikamet etmeleri; dahası, ülkenin dört bir yanında cirit atmalarına izin verilmesi anlamak mümkün değil..

Bu insanların, ülkenin dört bir yanına yayılıp; ellerini kollarını sallaya sallaya pervasızca dolanmaları; ülkemize iltica eden bir ülkenin vatandaşlarından ziyade; ülkemizi istila etmiş bir ülkenin vatandaşları izlenimini yaratıyor.

Ben kendi payıma bu durumu, anlamakta ve açıklamakta zorlanıyorum.

Dahası, bu durumdan çok da büyük rahatsızlık duyuyorum.

Bu nasıl bir siyaset?

Bu nasıl bir sorumsuzluk?

Bu nasıl bir laçkalık?

Hadi büyük kentlerimiz ya da turistik kentlerimiz neyse; merak saikıyla ya da görme güdüsüyle buralara geliyorlar (diyelim)!...

İyi de; bu adamların gitmedikleri, ikamet etmedikleri bir bölgemiz, bir kentimiz yok ki.

Çorum, Amasya, Tokat, Erzincan, Erzurum, Kars, Ağrı, Van….

Hangi ilimize, hangi ilçemize gitseniz, bu adamlarla karşılaşıyorsunuz.

Nedir bu insanların özelliği?

Kendi soydaşlarımıza göstermediğimiz yakınlığı ve hoşgörüyü bu insanlara gösteriyor; kendi soydaşlarımıza yapmadığımız yardımları, bu insanlara yapıyoruz.

Babanızın oğlu mu bu insanlar?

* * *

Şöyle bir düşünün; Allah göstermesin, aynı durum bizim başımıza gelse, (gerçi biz bunlar gibi ülkemizi bırakıp kaçmayız ama) ola ki, ülkemizden geçici bir süre ayrılmak durumunda kalsak; örneğin komşu ülkeler İran ya da Bulgaristan’a göç etme durumunda kalsak; bu ülkelerin hangi yörelerinde barınır ya da barındırılırız.

Herhalde ülkemiz sınırına en yakın bölgelerde ya da bize yardımcı olabilecek, soydaşlarımızın yoğun olduğu bölgelerde barınmak ve yaşamak isteriz, öyle değil mi?

!!??...

Ama bu Suriyeliler, öyle yapmıyorlar ki…

Hiç bilmedikleri, hiç tanımadıkları yörelere, (güya kısa süreli) barınma amaçlı gidip, arsızca yerleşiyorlar oraya.

Sanki gizli bir el, bu insanları, ellişer yüzer, ülkenin dört bir tarafına (ömür boyu burada kalacakmış gibi) sessiz sedasız yerleştiriyor.

Bunlar da sağ olsunlar, öyle bir yerleşiyorlar ki o bölgelere; yüzsüz konuklar gibi o kentlerin yerli insanlarından çok daha fazla (kadınlı/erkekli/çocuklu) her gün çarşı pazarlarda güle oynaya, arzı endam ediyorlar.

Bu insanların gamsız ve rahat tavırlarını görünce; pek çok şey geliyor insanın aklına.

* * *

Bir tarihte memleketim Çorum’dayım.

Önümüzden güle oynaya, Arapça konuşan, kadınlı erkekli bir grup geçiyor.

Şaşkınlıkla, ”Ülen buraya da mı geldi bunlar?” dedim, gayri ihtiyari.

Yanımda bulunan kuzenim güldü; “Abi, bunların gitmediği yer mi var… Samsun, Trabzon, Giresun, Kars, Ağrı, Iğdır… Bunlarla dolu… Bunlar (gamsız kasavetsiz) böyle her gün, çarşı pazar dolanıyorlar burada… Sadece burada mı? Sungurlu’da, Alaca’da, Delice’de… Her yerde..” dedi.

Şaştım kaldım.

* * *

Tamam, zorda kalmışlardı.

Yardıma gereksinimleri vardı.

Tamam, onların bu duruma düşmesinde, ülkemizin şuan ki yöneticilerinin büyük vebali vardı.

Tamam, yardım etmek, arka çıkmak insani görevimizdi.

Yardım ettik.

Hatta yardımın âlâsını ettik.

Şimdi yazımı rakamlara boğmak istemiyorum. Resmi kayıtlar göre 3.540.648 Suriyeliye kucak açtık. (Bu rakamın, 5 Milyonun üzerinde olduğunu söyleyen çevreler de var.)

Hiçbir ülkenin, hiçbir şekilde yapmayacağı, yapamayacağı yardımları yaptık, mağduriyetlerinde bizim de vebalimiz olan bu insanlara.

Helal hoş olsun.

Helal hoş olsun da her yardımın, her iyiliğin ve de her konukluğun bir ölçüsü, bir sınırı vardır.

Artık bu yardımlarımız, gözle görünür bir şekilde suiistimal edilmeye başlandı.

Adamlar, bayramlarda elini, kolunu sallaya sallaya ülkelerine gidip, geliyorlar.

Demek ki, sorun kalmadı ya da asgariye indi.

Demek ki başlarının çarelerine bakabilirler artık

O zaman (malum maksatla vatandaşlık hakkı verilen Suriyeliler dahil) bu adamları, bir an önce ülkelerine göndermek gerekiyor.

Biz bu adamlara ömür boyu bakacak kadar varlıklı bir ülke değiliz.

Bu güne değin bu adamlara, tüyü bitmedik yetimlerin hakları yedirildi çünkü…

Yetsin gari…