Gençlerimiz artık birbirleriyle böyle konuşup, böyle esenleşiyor...

Sadece gençler mi?... Kazık kadar adamlar, makam mevkii sahibi bürokratlar da böyle konuşup, böyle esenleşiyor...

Geçtiğimiz günlerde, Ülkemizin çok önemli bir kurumunun, üst düzey yöneticiliğine atanan bürokrat arkadaşımı makamında kutlamak üzere ziyaretine gittiğimde; bu üst düzey bürokrat dostumun da telefon konuşmalarını böyle bitirdiğine tanık olduğum zaman, dehşete düştüm...

Ülkemizin çok önemli bir kurumunun, üst düzey yöneticiliğine getirilen, Amerika’da eğitim görmüş, iyi derecede birkaç lisan bilen bu bürokratımız, sadece bu garip sözcükleri kullanmakla kalmıyor, kullandığı sözcüklerin yarısından fazlasının İngilizce sözcüklerden oluşmasına (sanki) özellikle özen gösteriyordu...

O gün kendisini üzülerek, acıyarak ve tiksinerek izledim...

Tıpkı, kendi yurdumuzda, kendi topraklarımızda kendi dilimizi dışlayıp; iş yerlerine garip garip “Anglomanlıca” sözcükleri koyan, özenti zavallı insanları tiksinerek izlediğim gibi...

Kendi topraklarımızda, kendi yurdumuzda, kendi dilimize ihanet ediyoruz...

Dünyanın en zengin, en köklü, en yaygın, en türetken ve de en üretken dili olan Türkçemizi, kendi ellerimizle boğuyoruz...

Dilimiz can çekişiyor...

Milliyetçilik, Türklük dendiği zaman mangalda kül bırakmayan sözde milliyetçiler, sözüm ona Atatürkçüler, liberaller, sağcılar, solcular, demokratlar, dinciler, ümmetçiler hep birlikte el ele Türkçe’yi boğmaya, yok etmeye çalışıyor...

Kendi kendilerini yiyip bitiren böcekler gibiyiz...

Böyle bir aymazlık, böyle bir vurdumduymazlık olabilir mi?...

Dilimize virüs gibi giren yabancı sözcükler, giderek tüm kurumlarımıza, kuruluşlarımıza, iş yerlerimize, öğretim kurumlarımıza, hatta aile içi yaşamımıza egemen oluyor...

Bilim ve düşün adamlarımız, siyasilerimiz, bürokratlarımız konuşurlarken konuşma aralarına sık sık yabancı sözcükler (İngilizce, Arapça v.b) sokuşturmayı marifet sanır oldu...

Özellikle turizm kentlerinde (Alanya’da da olduğu gibi) turistik işletmelere ve işyerlerine, “turistlerin aklında daha iyi kalıyor...” gibi abuk bir mantıkla yabancı isimler verilir oldu...

Turizmin tek amacı, ne pahasına ve neye mal olursa olsun, sadece ve sadece maddi kazanç sağlamak mıdır?

Böyle bir şapşal mantık olabilir mi?

doğal güzelliklerimizi, tarihsel ve kültürel zenginliklerimizi kendi dilimizle yansıtmalıyız ki, görüp yaşadıklarının yanında belleğinde üç beş de Türkçe kelime kalsın... Türk’ü, Türkiye’yi tanıdığı gibi, Türkçe’yi de tanısın... Kaldığı otelin, yemek yediği lokantanın, alışveriş yaptığı işyerinin adının ne anlama geldiğini sorsun soruştursun... Üç beş kelime de olsa, Türkçe öğrensin... Öğrendiği üç beş Türkçe sözcüğü, ülkesine taşısın...

Siz hiç gittiğiniz yabancı ülkelerde; o ülke insanlarının, işletmelerine kendi dili dışında, başka dillerde adlar verdiğini gördünüz mü?...

Siz hiçbir Alman’ı, hiçbir Fransız’ı kendi dili dışında esenlediğiniz zaman, kendi ana dilleri dışında karşılığını aldınız mı?...

O zaman bizdeki bu özenti, bu kompleks niye?...

Neden kendi kendimizi “kültürel soykırım uçurumuna” itiyoruz?... Kazakistan, Türkmenistan, Hindistan, İrlanda, Tunus, Cezayir v.b örnekler gözümüz önündeyken, neden hâlâ devekuşu örneği kafamızı kuma gömüyoruz?

Lütfen, artık şunun bilincine varalım...

Dilimizdeki bu yozlaşma, yabancı güçlerin “dilimizi unutturma” oyununun bir sonucudur...

Bu gidişin sonu, iki üç nesil sonra dilimizin tamamen yok olmasına kadar gider.

Unutulmamalıdır ki; dil olmazsa kültür olmaz. Kültür olmazsa kimlik, kimlik olmazsa haysiyet, onur olmaz... Bireyleri ulusuna, yurduna, geçmişine, bağlayan en önemli etmen, kuşaklardan kuşaklara aktarılarak gelen dildir. Yani dil, bir toplumu ulus yapan en önemli etmendir.

kaybeden toplum, her şeyini kaybeder.

Buradan başta Sayın Kaymakam ve Sayın Belediye Başkanı olmak üzere Alanya’da faaliyet gösteren tüm Sivil Toplum Kuruluşlarına çağrı yapmak istiyorum...

Geç olmadan, dilimize sahip çıkalım ve bu konuda üzerimize düşen görevi yapmaya çaba gösterelim.