Aşağıdaki “Ne Oldu Bize?” başlıklı yazıyı, elmeğimde (Elektronik Posta Kutumda) buldum dün.

Yazı, sanki benim beynimden dökülüp, benim kalemimden çıkmış gibiydi.

Etkilendim.

Yazıyı okuyup, bitirince aynı soruyu ben de sordum kendi kendime; “Gerçekten de ne oldu bize?”

Kim ya da kimler, niye bozdu birliğimizi, dirliğimizi ve de bütünlüğümüzü?

Dahası, biz niye, neden ve nasıl düştük bu tuzağa?

Üççeyrek asrı devirdi bu can. Neler gördü, neler yaşadı, nelere tanık oldu bu gözler.

Gerek rahmetli babamın bankacılık dönemlerinde, gerekse benim öğrencilik ve bankacılık dönemlerimde, ülkemizin pek çok yöresini görme ve yöre insanını tanıma olanağı buldum.

Yetmişli yıllara gelene değin, kim Sünni, kim Alevi, kim Kürt, kim Laz, kim Çerkez ya da niye Alevi, niye Kürt, niye Laz bilmezdik.

Ya da bilirdik de, bu tür aidiyetleri önemsiz ve gereksiz ayrıntı olarak görürdük.

Düşünebiliyor musunuz: çocukluk yıllarımın geçtiği Çorum’un Sofular Mahallesi’nde, birlikte büyüdüğümüz, birlikte camiye gittiğimiz karşı kapı komşularımın “Alevi” olduklarını, yıllar sonra üniversite çağlarında tekrar karşılaştığım zaman öğrendim…

O günlerde biri(leri) çıkıp; “gün gelecek bu kimliklerimizle(!) birbirlerimize düşman olacağız, ötekileşeceğiz…” dese, (herhalde) güler geçerdik.

Ama öyle oldu.

Gafil avlandık…

Planlı, programlı bir şekilde ötekileştirip, ötekileştirip birbirimize düşürdüler bizi.

Nasıl da aymazmışız meğer.

Göz göre göre bu şer odaklarının tuzaklarına düşüp; çok daha ussal, çok daha yararlı misyonlar üslenmek dururken, cehaletin doğurduğu gereksiz ve aptalca misyonları üstlenip; ülkemizin, kendimizin, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğini körelttik…

Batılı ülkeler, uzayda koloniler kurma yarışında iken; bizler birbirimizi yeme yarışına girdik.

Halen de bu yarış(!) içindeyiz.

* * *

Aşağıdaki yazı, bu duyguları dışa vuran böyle bir yazı.

Hele bir de siz okuyun; bakalım siz ne düşüneceksiniz…

… …

“… Örneğin İnek Şaban…
Neydi acaba mezhebi?

Alevi miydi Belgin Doruk, Sünni miydi Ayhan Işık?

Kürt kökenli miydi, yoksa Çerkez miydi Sadri Alışık?

Şakayla karışık sormuyorum bunları…
Kaçımız biliyordu veya hiç merak eden olur muydu, Sami Hazinses'in Ermeni olduğunu?

Türkan Şoray, Fatma Girik, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, dört yapraklı yonca… İster türbanlı ol, ister çarşaflı, saçlarını örtmedikleri için sevmeyen var mıydı onları?

Ömercik'e kahrolmayan Musevi, Ayşecik'e gözyaşı dökmeyen Rum var mıydı?

Hulusi Kentmen gibi dedesi olmasını, kim istemezdi ki… Peki, hiç kimse düşündü mü bugüne kadar, Hulusi Kentmen'in umreye gidip gitmediğini?

Bizans'ı haşat eden Cüneyt Arkın yabancı düşmanı mıydı?
Hem Karaoğlan, hem de Tarkan rolleriyle özdeşleşmiş Kartal Tibet, neciydi acaba?

Kaptan Ediz Hun, subay İzzet Günay, savcı Fikret Hakan, polis Ekrem Bora, şafak bekçisi pilot Göksel Arsoy, Jön Türkler'imiz… Osmanlı aleyhtarı mıydı?

Örneğin, tüm mal varlığını Mehmetçik Vakfı'na bırakan Zeki Müren, darbeci miydi?

Milli duygularımızı doruğa çıkaran efsane film “Bir Millet Uyanıyor”un görüntü yönetmeni Kriton İlyadis, hangi milletin uyanışını anlattı o filmde, Japon milletinin mi?

Emel Sayın'la Tarık Akan'ın şarkılar söyleyerek el ele dolaşmasına sevinmeyen var mıydı ki…

Bıraktık mezhebi kökeni filan, Adile Naşit'i Münir Özkul'u sevmeyen insan, insan mıydı?

Belki siyah beyazdık ama aslında rengârenk değil miydik?

… …

Evet sevgili gençler, sorun bakalım büyüklerinize; ‘sen ben ya da şucu bucu ayrımı var mıydı o tarihlerde, büyüklerinizin yaşadığı yörelerde ve mahallerinde?’

Elbette farklı farklıydık ama hepimiz bir değil miydik?
Birlikte üzülür birlikte sevinir, birlikte güler birlikte ağlamaz mıydık?

Örneğin, Lefter'e milli takım kaptanlığını; Niko'ya ay yıldızlı formayı, Lozan Antlaşması gereğince mi vermiştik?...

Ne güzel, ne yaşanılası yıllardı o yıllar…

Var mı o günleri, özlemle, iç çekerek anmayan?”

* * *

Evet böyle demiş yazan…

Yazısının sonunu da böyle bir soruyla bağlamış.

Biz de öyle bitirelim yazımızı.

Var mı o günleri, özlemle, iç çekerek anmayan?