Bazan insanların başına bir şeyler mi düşüyor nedir gerçeği söylüyorlar. Mehmet Ali Şahin, geçen günlerdeki ölüm yıldönümünde saygı, minnet ve şükranla andığımız devlet adamımız Bülent Ecevit ile ilgili bir cümle söyledi.
Kürt açılımını rahmetli ECEVİT başlattı, ama sonlandıramadı dedi. Doğrudur. Ecevit’in şansından mıdır nedir kurduğu iktidarlar uzun sürmedi. Bu itibarla çok istediği halde bazı hususları gerçekleştiremedi.
Devletin üst yönetimlerinde sonsuz yetkiler elindeyken bunları ölçülü kullananlar, bu konuda kamuoyuna örnek olan politikacılara ne mutlu. Öldükten sonra da insan hakkında güzel şeyler söylenmesi çok insana nasip olmaz. Özellikle de Devletin malını ölçüsüzce kullanan, haram yiyenlerin adı rahmet ve minnetle anılmaz.
Şimdi yaşayan devlet adamlarımızdan 10. Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer.
Yılmaz Özdil geçenlerde köşesinde Sayın Sezer’in Cumhurbaşkanlığı döneminde neleri yapıp, neleri yapmadığını yazmıştı. Öyle güzel bir yazı her insana nasip olmaz. Böyleleri bu dünyada da, öbür dünyada da huzur içinde olur. Yakınları, oğulları, kızları başlarını daima dik tutarlar.
Aşağıda size alıntı bir öykü koydum. Yorumunu artık siz kendiniz yapın.
Bir maden kazası olmuştu, evindeydi, haberi duyar duymaz sefer tasına yemeğini koydu ve makam aracına binerek kazanın olduğu madene doğru yola çıktı. Yol uzun, yol şartları zordu… Umursamadı ve kazadan saatler sonra kazanın olduğu madene ulaştı.
Derhal talimat verdi ve kendisi için madenci kıyafeti istedi. ”Aman efendim!” dediler. Umursamadı, kıyafeti istedi. Gelen kıyafeti giydi ve kurtarma çalışmalarına destek olmak için madene doğru yürüyerek gönüllü madencilerin arasında gözden kayboldu. Bu kişi kimdi?
Bu kişi Bülent Ecevit’ti. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı idi. 4 gün o madende, sıradan işçilerin yanında gönüllü olarak çalıştı. Çalışma bittikten sonra madende kaldığı 4 günü mazeret izni olarak gösterip maaşından düşürttü. Türkiye bir daha o kadar ”uzun” bir başbakan görmedi…
Yine 1990’larda Dönemin Başbakanı ve bir ara Meclis Başkanı olan Yıldırım Akbulut ile ilgili -bazı kimselere çok basit gelebilir ama benim için çok önemli- bir anekdot anlatacağım.
1990’larda bir yakınım Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde okuyordu. Sohbet sırasında mütevazılık falan gibi laflar edilirken demişti ki; “Başbakan’ın kızı da bizim fakültede okuyormuş. Benden bir üst sınıfta olduğunu öğrendim. Çünkü, O da benim gibi çoğu kez dolmuşa binip geliyor. Öyle makam arabaları, koruma ordusu olmadığından pek dikkatimizi çekmemiş” dedi.
Burada da sanırım yoruma gerek kalmıyor.