“ Beni bana
sorman; bende değilem.
Bir ben vardır
bende; benden içeru.”
Yunus Emre
Dağ,
dere, tepe, gözün gördüğü her yerin karla kaplı olduğu günler geride kalıp
bahar ayları geldiğinde doğada var olan canlılar yerinde duramaz. Karların
altında aylarca bekleyen bitki tohumları toprağın altından fışkırır. Ağaçlar
çiçek açar. Binlerce çiçekler, böcekler yeniden canlanır.
Apartmanlarda
yaşayanlar, kışın ne olduğunu tam olarak bilmediğinden baharın ne anlama
geldiğini anlamazlar. Onlar için dereler taşar; köprüler yıkılır. Bulutlu
gökyüzü hüzün verir. Günlerce dur durak bilmeden yağan yağmurlar can sıkıcıdır.
Apartmanların bir köşesine yuva yapan serçeler, güvercinler olur olmaz yere
pisler.
Kendi
türlerini bile yok etmeye çalışan insanlar, diğer canlıları görmek istemez.
Onların varlıklarından, çıkardıkları seslerden rahatsız olurlar.
Bir
zamanlar Avrupa’ya açılıp devlet kuran Araplar, fırsat buldukça birbirlerinin
kuyularını kazma huyundan asla vazgeçmediler. Aralarında ciddi boyutlarda
anlaşmazlıklar vardı. Bedeviler ve Medineliler olmak üzere önce iki gruba
ayrılmışlardı. Aile adı altında her iki
grup ta yeni yeni gruplara ayrıldı.
Aile,
bizim bildiğimiz anlamda değil. Her ailenin ayrı yöneticileri, ayrı askerleri,
ayrı yasaları vardı. Canları sıkıldıkça(!) aileler birbirleriyle savaştı. Yüz yıllar boyunca süren çatışmalara “Din
savaşları, tarikat savaşları” adlarını verdiler.
Topraklarında
Güneşin batmadığı imparatorluklar kuran batılı ülkeler, Arap kardeşlerimize
destek olup; Osmanlı’nın karşısına
çıkardılar. Zalim Osmanlı’ya karşı savaşıp sonunda onları özgürlüğüne
kavuşturdular. Cephelerde, Yemen çöllerinde bıyıkları yeni terlemiş gençlerimiz
açlıktan susuzluktan öldü. Sağ kalmayı başarabilenler acımasızca öldürüldü.
Geride kalan analar, dul kadınlar, yetimler
onların arkasından ağıtlar yaktılar: “Yemen’e gidenler gelir mi sandın?”
Türküler söylendi onlar için. “Zenginler bedel öder; Askerimiz fakirdendir.”
Zengin olanlar para verip (bedel ödeyip) askere gitmediler. Arap Çöllerine
giden fakirlerimiz geri dönemediler!
Afrika
çölleri insanların yaşamasına uygun değildi. Bu yüzden o topraklarda çok az
insan yaşıyordu. Gün geldi, petrol bulundu. Uygarlığımızın temel enerji
kaynaklarından biri oldu. Petrol kaynakları o kadar çok, o kadar değerliydi ki
bu kaynaklar asla yerli halka bırakılamazdı.
Masa
başında sınırları çizilen devletler kuruldu. Her ülkeye bir ailenin lideri
yönetici olarak görevlendirildi. Miras yoluyla yönetim babadan oğla geçti.
Ülkeyi yönetenler, nerde nasıl para harcayacağını şaşırdı. Her yıl milyarlarca
dolar para harcayıp silah alanlar, komşu Müslüman ülkede içecek su
bulamayanları görmezden geldi.
Para
her şeydi. Parası olmayan insan bile değildi.
Gün
geldi, Arap ülkelerinde isyan bayrakları açıldı. Yapılan her seçimi kazanan
mübarek insanlar sokaklarda kaybetti. Çıkan isyanlar meyvesini verdi. Yıllarca
ülkeyi yönetenler koltuklarından oldu. Bir kısmı öldürüldü. Çıkan isyanların
adı Arap Baharı adını aldı. Modaya uyup kendi ülkelerinde isyan çıkaran bazı
kendini bilmezler de canlarından oldu. Çıkan rüzgar bazı ülkelerde fırtınaya
dönerken bazı ülkelerde yaprak kımıldatmıyordu. Büyüklerimizin bir sözü yine
doğrulandı: “Öyle her kuşun eti yenmezdi.”
Mısır’da,
Libya’da isyancılar, özür dilerim demokrasi için savaşanlar başarılı oldu.
Onlardan önce Irak’ta zalim lider Saddam devrilmişti.
Komşu
ülkelere Mart karı yağarken Arap Baharının ne anlamı vardı? Onlar özgür olmadan
kendilerinin özgür olmasının anlamı yoktu.
Asıl
mesleği savaşmak, insan öldürmek olan caniler boş duramazlardı. İşsiz kalmak
kötü bir şeydi. Bir başka ülkeye demokrasi getirmeleri için seferber oldular.
Uzmanların
yaptığı hesaba göre altı ayda devrilecek zalim lider, çok inatçı çıkmıştı. İki
yıldır görevine devam ediyordu. Ne zaman düşeceği belirsizdi. Büyük devletler
ellerindeki büyük kozları şimdilik çıkarmak istemiyordu. Anlaşılan komşumuz
pazarlık masasına yatırılmıştı.
Her
yıl insanın dudağını uçuklatacak miktarlarda para silahlanmak için ayrılıyor.
Ülkelerin borçları artıyormuş, insanlar açlıktan ölüyormuş, kimin umurunda?
Ülkeler
arası savaş olmazsa, ülke içinde yaşayanların kendi arasında çatışmalar olmasa
bu kadar para silah almak için harcanmaz. Silahlar süs eşyası değildi.
Birilerinin kanının akması, birilerinin öldürülmesi için o kadar para
harcandığına göre mutlaka kullanılması gerekliydi! Silah üreticilerinin mermi,
yedek parça satabilmesinin yolu açılmalıydı.
Birçok
ülkede yönetime gelenler bir anda ne yapacağını şaşırır. Yardakçılar çevresini
kuşatır. Sıradan vatandaşlarla yöneticiler arasında aşılması olanaksız duvarlar
örülür. Kendisinden önce gelenleri küçümserler. Bir süre sonra yöneticiler
sadece kendi ülkelerini yönetmekle yetinmezler. Önce komşularını, daha sonra
kendine yakın olan bölgeyi yönetmeye kalkar. Biri çıkar yazdığı bir kitapla
bütün dünyanın ekonomik sorunlarını çözer!
Bir
gün gideceklerini düşünürler. Bazı devlet memurları gibi kendileri gittiğinde
yerine geleceklerin işleri Arap saçına çevirecekleri endişesini taşırlar. Bazı
insanlar öyle yalanlar söyler ki söyledikleri yalanlara kendisinin dışında
kimse inanmaz. O yalanlara kendileri inandıklarından gerçekleri bir türlü
göremezler.
Sözümüze
apartmanlarda yaşayan insanlar kışın ne olduğunu bilmezler diye başlamıştık.
Tok olanlar da açın halinden anlamaz. Halkı açlıktan kırılırken “Aç olanlar
pasta yesin.” Kral eşleri o güne kadar açlığın ne olduğunu öğrenememiştir.
Aynı
mantıkla hareket edecek olursak özgür bir ülkede yaşayan insanlar da özgürlüğün
ne olduğunu bilmezler. Onların kapıları kırılarak açılmaz. Onlar sudan
bahanelerle tutuklanmaz. Onlar kendi ülkelerinde gizlice kaçıp mülteci olarak
başka ülkelere gitmek istemezler.
Onları
özgürlüğe kavuşturmak için gelen askerler, zevk almak için onlara acı
çektirmezler. Silahsız insanlara hoş vakit geçirmek için yaptıkları
iğrençlikleri internette yayınlamaz.
Baharı
karşılayanlar bir anda aşırı çöl sıcaklarına yakalandılar. Günlerce süren kum
fırtınalarından şaşırdılar. Demokrasinin ne olduğunu bilmediklerinden dolayı
yaşadıklarına bir anlam veremediler. Ölen öldüğüyle kaldı. Çatışmalarda önde
gidenler dışlandı.
Çöl
sıcakları yetmezmiş gibi ülkeler yangın yerlerine döndü. Bilen bilir, çıkan
orman yangınlarına karşı insanlar çaresiz kalır. Büyük çaplı orman yangınlarını
dünyanın en gelişmiş ülkeleri bile söndüremediler. Çıkan yangınlar, yanacak bir
çöp bırakmadan sönmedi.
Yaşadığımız
bölgede çıkan savaşlar orman yangınları gibi. Yangını söndürmek için çaba
gösteriliyor. Oysa bazıları savaş çığırtkanlığı yapmaya devam ediyor. Şairin söylediği gibi : “Savaş istiyordu.
Önce o vuruldu.”