Türk sinemasında, bugün bile çok izlenen yapımlarda başrol oynayan Ali Kemal Sunal, Malatyalı Mustafa Sunal ile Saime Hanım'ın ilk çocuğu olarak 11 Kasım 1944'te İstanbul Küçükpazar'da hayata "merhaba" dedi.

Kemal Sunal, ilk öğrenimini Mimar Sinan İlkokulu'nda, liseyi ise 11 yılda bitirdiği Vefa Lisesi'nde tamamladı. Henüz lisedeyken tiyatroya ilgi duymaya başlayan sanatçının yeteneğini, felsefe öğretmeni Belkıs Balkır fark etti. "Sen oyuncu olmalısın" diyen Belkıs öğretmen, Sunal'ın babasını ikna ettikten sonra, usta oyuncuyu Kenter Tiyatrosu'na götürerek, Müşfik Kenter ile tanıştırdı.

Dar gelirli bir ailenin çocuğu olarak zorlu şartlar altında çocukluk ve gençlik dönemini geçiren Sunal, bir röportajında "İşte o yokluklar Kemal Sunal'ı yarattı." ifadelerini kullanmıştı

Anne Saime Sunal, yapılan bir röportajda oğlunun içine kapanık ve son derece sessiz bir kişiliği olduğunu anlatarak, "O kadar içine kapanıktı ki sıkıntısını, üzüntüsünü belli etmiyordu. Keşke belirtseydi, keşke kavga etseydi de o kadar kapalı olmasaydı." ifadelerini kullanmıştı.

Sinema ve tiyatronun, gülen ve güldüren yüzü Sunal, bir yandan tiyatroya devam ederken şu anki adı Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi olan Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksekokulu'nda 2 yıl öğrenim gördü. Eğitimini yoğun tiyatro turneleri sebebiyle yarım bırakan Sunal, 1992'de çıkan "öğrenci affı" sonrasında üniversitenin 2. sınıfından devam ederek, 1995'te 51 yaşındayken mezun oldu.

Daha sonra radyo, televizyon ve sinema bölümünde yüksek lisans yaptı ve "Televizyon ve Sinemada Kemal Sunal Güldürüsü" başlıklı tez hazırladı. Sanatçının tezi, aynı adla 2005'te ailesi tarafından kitaplaştırıldı.

* * *

Şimdi, Kemal Sunal’ı anlatmak nereden çıktı.

Filmlerini izler miydim?

Hayır.

Sanatçı olarak beğenir miydim?

Hayır.

Benim sanat anlayışımla bağdaşmayan senaryoların sanatçısıydı.

Ama insan olarak sever ve takdir ederdim.

Adamdı, adam gibi adam..

Dürüsttü, mertti, dobraydı.

Bazı sanatçılar gibi güçlünün yanında değil, yoksulun yanında olurdu.

Lüks içinde yaşayıp, ballı börekli kahvaltılarda yemek yiyen, ekmek ve simidin ederini bile bilmeyen artist bozuntusu hatunun; utanmadan, sıkılmadan “gerekirse simit yenecek / simitle karın doyurulacak” gibi, aptalca laflar etmezdi.

Yoksul babasıydı.

… …

Emel Sayın anlatıyor;

“…Mavi Boncuk filmini çekiyoruz.

Bir gün setten çıktık eve gidiyoruz. Ben Laleli'de oturuyorum.

Kemal, benden önce çıktı.

Herkes yevmiyesini almış, taksiyle giden gitti, kendi arabasıyla giden gitti.

Baktım ki Kemal yürüyerek gidiyor; üç kilometre var gideceği yere. Her gün yürüyerek gidip gelirdi.

Merak ettim, nereye gidiyor bu adam böyle diye.

Uzun süre yürüdü, bankta yatan bir adamın yanına gidip, adamı kaldırdı. Yanına oturdu.

Bir şeyler konuştular, sonra cebinden para çıkarıp verdi.

Şaşırmıştım.

Daha sonra da biraz daha ilerdeki bir lokantaya girdi, bir şey yemeden de çıktı… Oraya da para verdiğini görmüştüm...

Takibi bıraktım, banktaki adama yaklaştım; 'tanıyor musunuz o az önce size para veren adamı?' dedim.

'Adını bilmem, sormam da, her gün para verir bana..' dedi.

Teşekkür ettim.

Az ilerdeki lokantaya gittim: 'Az önce gelen beyin borcu mu var size?' dedim.

Tanımadılar beni; 'Kemal Abi'nin mi? Yok, hayır… Bize her gün evsizler uğrar, onlara yemek veririz… O da sağ olsun, onların yemek masrafını öder...' dediler.

… …

Ertesi gün Kemal'in yanına gittim.

'Sen ne güzel bir adamsın ya..' dedim, ne olduğunu anlayamadı, sarıldım ağladım..

Ona, ‘Sakın benden önce ölme…’ dedim, ama dinletemedim...

Halkla bütünleşmiş bir sanatçıydı Kemal. Işıklar içinde uyusun…”

* * *

Bizim, “Simit yememiz gerekiyorsa, simit yememiz gerekir” deyip; ballı börekli sofralarla poz veren sanatçılara değil; gerçek anlamda halkıyla bütünleşmiş, halkından kopmayan sanatçılara gereksinimimiz var.